"Adımını attığın anda ya nefret edersin ya da aşık olursun!" demişti vapurdaki teyze. Gözlerimdeki korkuyu fark etmişti sanırım... Karşılık vermek istedim ama sustuM. İçimden bir şeyler geçmişse de ben duymadım, gülümseyerek ayrıldım yanından.
Gittiğimde kıştı... Vapur kapakları indiğinde gördüğüm manzara karşısında üşüten bir yalnızlığa düşmüştüm, her yer dağ tepeydi. Hayalini kurmamıştım ama ada deyince insanın aklına kışın soluk rengine rağmen biraz daha canlı şeyler geliyor. Fakat burada herşey donmuştu, tabii ben de öyle. Ve zaman... bir süre akmadı, -birkaç hafta kadar...-
Adada dostlar edindikçe, yeni anılar arşivlemeye başladıkça her şey güzelleşmeye başladı. Orada sürekli kalmak istemesem de, bugünün tadını çıkarmamak için hiçbir nedenim yoktu. Zaman su gibi aktı, zamanla ada ve ben birbirimize içimizi açtık, gün geçtikçe daha da çok bağlandık birbirimize. Ben onu kabullenip sevdim o da bana aslında bahar gibi rengarenk olabildiğini gösterdi kışın ortasında...
Bir gün sevgimiz öyle büyüdü ki, öyle çok anladık ki birbirimizi... Bana sunduğu her şeyi, denizi, suyu, dağı tepesi, o küçük ormandaki salıncağı, gecesi, gündüzü , adaya dair ne varsa kıymetlilerimden oldu. Saklandığım, kaçtığım yer de oldu, kendimi bulup bulup yitirdiğim, pişmanlıklarımı kendimle birlikte affettiğim ve herkesi, her şeyi olduğu gibi kabullendiğim, olduğum gibi kucaklamayı öğrendiğim yer de… Ben ada oldum, ben orada adam oldum.
Bir gün artık ayrılmam gerekti ama elbette terk ediş değildi bu. Zaman buldukça gittim, zaman buldukça "gidin" dedim, "yazına değil, kışına da gidilmeli" dedim. Devam ederken hayatıma ada hep sol yanımda ve aklımda oldu.
Adanın yerlileri dışardan gelen herkese şunu söyler: “Adanın suyunu bir kere içeni ada hep çağırır.”Ben o sesi yıllardır duyuyorum, "gel" diyen o sihirli sesi...
Birkaç gün önce ordaydım, denize girdim, sokaklarında yürüdüm, terk edilmiş köy evlerinin duvarlarına dokundum. Evlerin hikayelerini dinledim, bol bol adanın havasını çektim içime. Ruhunu okşadım ve nazikçe ruhumu okşayarak karşılık verdi bana. Ayrılık yine zordu ve hep zor olacaktı. Yine veda etmedim. Vedaları sevdiğini sanmıyorum...
Siz de bir çağıranınız olsun istiyorsanız hiç durmayın bir kere Gökçeada’ya gidin. Yükünüzü bırakın olduğunuz yere, her şeyden sıyrılın, yanınıza birkaç eşya alın ve gidin! Ada sizi olduğunuz gibi, sorgulamadan kucaklayacak, yaralarınızı iyileştirecektir ve döndüğünüzde rüzgarla birlikte kulağınıza takılan o yumuşacık çağıran sesi duymamanız mümkün olmayacaktır.
Benden söylemesi...