Tuğçe Tüfeng yazdı“Biri gidince arkasında ne bırakır?” sorusuna cevap aramak için Kalanlar oyununu izlemeye davetliydim.Sahne merkezine yerleştirilen beş adet sandalye geriye ne kaldığının ilk cevabını verdi.
Beş sandalyelik ilişkiler ağı, Şükran Hanım’dan geriye kalanların bugündeki yerini temsilen seyirci karşısındaydı. Sahne önünde toplanmış halı ve hazırlanan bavul ne izleyeceğimizin haberini veriyordu. Derken, yerinden çıkarılmış ve dikine yere bırakılmış içi dolu çekmece dikkatimi çekti. Çekmece yerde durur mu hiç? Bu izleyeceğimiz sahnede, anılar da çekmece kadar işlevini kaybetmiş o halde. Arkada, yerde duran bir avize. ..Tüm eşyalar yerlerini kaybetmiş. Kaybın hikayesi geliyor.Tüm bu kaybın arasında kavga, gürültü sesleri ile sahne açılıyor: “Çay bardakları mı eksik?” Neyin eksik olduğu eşyalar üzerinden konuşuluyor. Kaybolanın yerini neyin, nasıl tutacağını “helva yerine pasta yeme” telaşında insanlarla duyuyor, onlarla birlikte kayıpla baş etmeye çalışıyoruz. “Değişiklik olsun.” Belli ki helvayla olmamış, bir de pastayla deniyorlar.
Genelde eksilmek, geride kalan olmak üşümekle ilişkilendirilir. Kalanlar oyununda karakterler henüz yangın kısmındalar, sıcaktan şikayetçiler ve aynı biçimde hareretliler.
Artık var olmayan zamanların çözülmemiş kavgası süregidiyor: “O broşu da göremedik, Cumhuriyet balolarını da.” Zaman, bu beş kadının anlatı ortaklığında yaşanmış bitmiş, masalsı bir yerde kalmış. Birbirini çeşitli konularda suçlayan iki kardeşin annelerinin ardından hiçbir ortaklıkları yok. “Elleri beceriksiz” ana karakter Ayla, kendini en çok yıllardır evin işlerini yapan Fidan’a yakın hissediyor ve “el işleri”nde ona ihtiyaç duyuyor. Annesinin cenazesi için Adana’ya geldiğinde bir otelde kalacak kadar ailesine yabancılaşmış Hayriye, annesinin ölümüyle tamamen kaybettiği ilişkiyi düzeltme şansını, çocukluğundan hatırladığı zümrüt broşta arıyor. Nitekim kaybettikleri için annesine daha iyi çocuk, kardeşi Ayla’ya daha iyi kardeş olmuş Fidan’ı suçluyor. Gelin Hilal, Şükran Hanım'a torun verdiği için, aile yadigarı broşu en çok onun hak ettiğini ima ediyor. Fakat sahneden ilk eksilen o oluyor.
Kadınlar evdeki eşyaların eksik olup olmadığını konuşurken her seferinde sahneden insan eksiliyor. Aslında sahnedeki kalabalık dağıldıkça ilişkiler hakkında daha net bir fikir edinebiliyoruz. Çatışmalar, öfke, kendini açıklama çabası ve kimi yakınlıklar belirginleşiyor. Ana çatışmalar birebir diyaloglarda detaylandırılmaya başlıyor. Seyircinin o ana kadar koruduğu merakı gideriliyor. Aranan broş Şükran Hanım'ın her sabah giydiği, kendisiyle özdeşleşen -biricik kızı olduğunu çoktan anladığımız Ayla’nın bırakmaya, uzaklaşmaya kıyamadığı- sabahlığının cebinden çıkıyor ve aslında broş, broşu aramaya hiç ihtiyaç duymayan Ayla’ya kalıyor. Aynı sabahlık Ayla ile Fidan’ın baş başa kaldığı sahnede ortak bir kaybı temsil ederken Ayla’nın yalnız kaldığı sahnede bir deli gömleğine dönüşüyor.
Oyun cenaze evlerinde hissettiğimiz duyguları perçinliyor: Kalabalık eksiklerle yüzleşmemize, kayıpları bulmamıza fırsat evermiyor. Neyin eksik olduğunu birebir ilişkilerimizde, bir diğer insandaki yansımamızda bulabiliyoruz. Kalan arkasında ne bırakıyor peki?“Hiç atmayı bilmezdi, yerli yersiz her şeyi saklardı”nın rahmetlisi Şükran Hanım’ın atamadığı bu beş kadın. Bir arada bulunduklarında kavga gürültü de çıksa Şükran Hanım’dan geriye kalan ilişkiler ağını temsil ediyorlar. Özgürcan Uzunyaşa’yı çektiği kısa film için tebrik etmek gerekse de, sahnede yaklaşık 23 dakika film izlemek insanı yoruyor ve gözler Suna Keskin’i perdede değil, sahnede izlemek istiyor. Filmle yapılan açılışın ardından seyirciyi sahneye adapte etmek bir zorluk yaratıyor.
Oyun zaman zaman diyalogların katman katman derinleştirildiğini hissettiriyor. Fakat beş kadının karakter derinliğinin ve birbirleriyle ilişkilerinin tam olarak anlaşıldığı zemini oluşturamamış.Tekrara dayalı diyalogları daraltıp, ilişkiler ve karakterler hakkında daha çok fikir vermeye çalışmak oyunun akıcılığını arttırabilir. Elif Ongan Tekçe’nin Fidan karakterini çıkarmaktaki başarısı izlenilmeyi, Yeşim Özsoy’un rejisi söz edilmeyi hak ediyor.Ekibin başarılarının devamını diliyoruz.
Beş sandalyelik ilişkiler ağı, Şükran Hanım’dan geriye kalanların bugündeki yerini temsilen seyirci karşısındaydı. Sahne önünde toplanmış halı ve hazırlanan bavul ne izleyeceğimizin haberini veriyordu. Derken, yerinden çıkarılmış ve dikine yere bırakılmış içi dolu çekmece dikkatimi çekti. Çekmece yerde durur mu hiç? Bu izleyeceğimiz sahnede, anılar da çekmece kadar işlevini kaybetmiş o halde. Arkada, yerde duran bir avize. ..Tüm eşyalar yerlerini kaybetmiş. Kaybın hikayesi geliyor.Tüm bu kaybın arasında kavga, gürültü sesleri ile sahne açılıyor: “Çay bardakları mı eksik?” Neyin eksik olduğu eşyalar üzerinden konuşuluyor. Kaybolanın yerini neyin, nasıl tutacağını “helva yerine pasta yeme” telaşında insanlarla duyuyor, onlarla birlikte kayıpla baş etmeye çalışıyoruz. “Değişiklik olsun.” Belli ki helvayla olmamış, bir de pastayla deniyorlar.
![](https://www.murekkephaber.com/images/files/2023/04/6435a7a926845.jpeg)
Artık var olmayan zamanların çözülmemiş kavgası süregidiyor: “O broşu da göremedik, Cumhuriyet balolarını da.” Zaman, bu beş kadının anlatı ortaklığında yaşanmış bitmiş, masalsı bir yerde kalmış. Birbirini çeşitli konularda suçlayan iki kardeşin annelerinin ardından hiçbir ortaklıkları yok. “Elleri beceriksiz” ana karakter Ayla, kendini en çok yıllardır evin işlerini yapan Fidan’a yakın hissediyor ve “el işleri”nde ona ihtiyaç duyuyor. Annesinin cenazesi için Adana’ya geldiğinde bir otelde kalacak kadar ailesine yabancılaşmış Hayriye, annesinin ölümüyle tamamen kaybettiği ilişkiyi düzeltme şansını, çocukluğundan hatırladığı zümrüt broşta arıyor. Nitekim kaybettikleri için annesine daha iyi çocuk, kardeşi Ayla’ya daha iyi kardeş olmuş Fidan’ı suçluyor. Gelin Hilal, Şükran Hanım'a torun verdiği için, aile yadigarı broşu en çok onun hak ettiğini ima ediyor. Fakat sahneden ilk eksilen o oluyor.
Kadınlar evdeki eşyaların eksik olup olmadığını konuşurken her seferinde sahneden insan eksiliyor. Aslında sahnedeki kalabalık dağıldıkça ilişkiler hakkında daha net bir fikir edinebiliyoruz. Çatışmalar, öfke, kendini açıklama çabası ve kimi yakınlıklar belirginleşiyor. Ana çatışmalar birebir diyaloglarda detaylandırılmaya başlıyor. Seyircinin o ana kadar koruduğu merakı gideriliyor. Aranan broş Şükran Hanım'ın her sabah giydiği, kendisiyle özdeşleşen -biricik kızı olduğunu çoktan anladığımız Ayla’nın bırakmaya, uzaklaşmaya kıyamadığı- sabahlığının cebinden çıkıyor ve aslında broş, broşu aramaya hiç ihtiyaç duymayan Ayla’ya kalıyor. Aynı sabahlık Ayla ile Fidan’ın baş başa kaldığı sahnede ortak bir kaybı temsil ederken Ayla’nın yalnız kaldığı sahnede bir deli gömleğine dönüşüyor.
![](https://www.murekkephaber.com/images/files/2023/04/6435a7c239f8e.jpeg)
Oyun zaman zaman diyalogların katman katman derinleştirildiğini hissettiriyor. Fakat beş kadının karakter derinliğinin ve birbirleriyle ilişkilerinin tam olarak anlaşıldığı zemini oluşturamamış.Tekrara dayalı diyalogları daraltıp, ilişkiler ve karakterler hakkında daha çok fikir vermeye çalışmak oyunun akıcılığını arttırabilir. Elif Ongan Tekçe’nin Fidan karakterini çıkarmaktaki başarısı izlenilmeyi, Yeşim Özsoy’un rejisi söz edilmeyi hak ediyor.Ekibin başarılarının devamını diliyoruz.