Dr. Murat Erdin yazdı
Amerika kendi başına bir kıtayı, bir gücü, bir kültürü simgeleyen, “Amerikan rüyası” diye özetlenen girişimcilik ruhuyla milyonları kendine çeken bir dünyadır. Yalnızca başkanlık seçimlerinden ibaret olmadığı gibi sadece CIA ve sadece Washington değildir.
Amerika devletinin özünü teşebbüs hürriyeti, ifade özgürlüğü ve mülkiyet hakkı oluşturur. Hangi parti işbaşına gelirse gelsin bu üç önemli özgürlük asla değişmez. Kişiler, başkanlar sistemin üzerinde değildir. Kimse kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırmaya yeltenmez. Kendine göre bir sistem kurmaya çalışmaz. Ülkenin kurucu babalarının oluşturduğu düzen herkes içindir ve ülkenin tüm eyaletlerindeki vatandaşlar bu düzene uyar.
Bildiğiniz gibi ABD İngiltere’den, Avrupa’dan, Afrika’dan, Latin ülkelerinden yeni bir hayat kurmak için giden göçmenlerce kurulmuştur. Anayasası 1787 tarihlidir. Bir Anglo-Sakson ülkesidir. İngilizce konuşulur. George Bernard Shaw şöyle der: “Amerika ve İngiltere aynı dilin ayırdığı iki ülkedir.”
Gerçekten de Avrupa ve Amerika bugün bile birbirini anlamakta bazen zorlanır. Kıta Avrupası daha düşünsel, daha kuramsaldır. Amerika daha pragmatiktir. Fransız yazar Alexis de Tocqueville sırf bu amaçla yani Amerika’yı ve Amerikan halkını daha iyi anlamak için yeni dünyaya gitmiş ve bugün bile siyaset bilimi ve sosyoloji kürsülerinde çokça atıfta bulunulan kitabı “Amerika’da Demokrasi” yi yazmıştır. İki ciltlik kitabın ilki Paris’te 1835’te, ikinci cildi 1840’ta yayımlanmıştır. Kitabında Tocqueville Amerikan hukukunu, devlet sistemini, halkın özgürlüklere bakışını anlatır ve demokrasinin geleceğine dair çarpıcı tespitlerde bulunur. Tocqueville demokrasinin gelecekte tüm özgür dünyanın yönetim biçimi olacağını ilan eder ve bunu Amerika’ya bakarak, Amerika’yı örnek göstererek yapar.
Atatürk ve ABD
Tocqueville’in kitabını okuyanlardan biri de Atatürk’tür. Amerika’nın yeni bir güç olarak dünya sahnesine çıktığının farkında olan Atatürk, iki devlet arasında siyasi ilişkilerin hemen kurulmasını istemiştir ve Amerika ile olan ilişkilere önem vermiştir. Bu yüzdendir ki Amerika’nın ilk büyükelçisi Joseph Grew’i 11 Kasım 1930'da Atatürk Orman Çiftliği'nde kabul eder ve kendisiyle uzun süre sohbet eder. Amerikan halkına seslenir.
Edebiyat ve ABD
Yazılı edebiyatın çokça basıldığı ve okunduğu bir ülkedir Amerika. İç savaş yıllarında kölelik karşıtı romanlar yazan Harriet Stowe’un romanı”Tom Amca’nın Kulübesi”dir. 1852’de yayınlanan kitap 1 yıl içinde 300 bin adet satmıştır ve kitabı ABD Başkanı Abraham Lincoln de okumuştur.
İngiliz yazar John Sutherland “Edebiyatın Kısa Tarihi” kitabında Amerika’nın her zaman için İngiltere’den daha okuryazar bir ülke olduğunu belirtir. Sutherland Amerika’yı en iyi yansıtan romanın Salinger’in 1951 tarihli “Çavdar Tarlasında Çocuklar” romanı olduğunu kaydeder.
Amerikan yazınını özgür kılan şeyler püriten miras, bitmek bilmeyen insani mücadeleler, etnik çeşitlilik, büyüklük arzusu ve John Steinbeck’in yaptığı gibi Amerika’yı eleştirirken bile ona duyulan inançtır.
Ülkenin sonradan edineceği bağımsız entelektüel kimliğinin babası Ralph Waldo Emerson’dur. 1882’de hayatını kaybeden Emerson yazdıklarıyla Nietzsche, Tolstoy ve Camus gibi pek çok Avrupalı yazarı etkilemiştir.
İngiliz yazar Charles Dickens Amerika’da da çok satan ve sevilen bir yazardı. Onun “Antikacı Dükkanı” romanı İngiltere’de haftalık bir dergide yayınlanıyor sonra o dergi Amerika’ya gönderiliyordu. Amerikalılar o kadar büyük bir merakla romanı okumuştur ki romanın son bölümünün yayınlandığı sayıyı Londra’dan New York’a getiren gemiyi limanda yüzlerce Amerikalı karşılamıştır. Gemi yanaşırken limandaki Dickens okurları kaptana seslenmiştir: “Kaptan daha fazla bekleyemeyeceğiz, söyle küçük Nell öldü mü ?”
Charles Dickens Amerika’da adeta bir film yıldızı gibi karşılanıyor ve turneye çıkıyordu. Bazı romanlarını sesli olarak kalabalıklara okuduğunu biliyoruz. Oliwer Twist romanında Sikes’ın Nancy’i öldürdüğü bölümü okurken salondan hıçkırık sesleri yükselmiştir.
Eski dünya olarak adlandırılan Avrupa’dan yeni dünyaya yeni Amerika’ya çok göçmen gitmiştir ve hala gitmektedir. Amerika’da yedi dünyanın insanı vardır. Bir filmde duymuştum şu diyalogu: “Babam İtalyan, annem Meksikalı” diyor birisi. Öteki de diyor ki: “Desene tam bir Amerikalısın.”
Başkanlık Seçimi ve Özgür İfade
Önümüzdeki günlerde ABD’de başkanlık seçimleri yapılacak. Seçim öncesinde herkes özgürce düşüncesini söylüyor ve yazıyor. Başkan adayları televizyona çıkıp milyonların önünde ülkenin sorunlarını tartışıyor.
Daha geçenlerde Amerikalı 200'den fazla ruh sağlığı uzmanı bir açık mektup yayımlayarak Cumhuriyetçi Başkan adayı Donald Trump'ın "şiddetli, tedavi edilemez kişilik bozukluğu semptomları" nedeniyle tehlikeli olduğunu ve durumunun "liderlik için fena halde uygunsuz" olduğunu ifade etti. New York Times gazetesinde açık mektup tarzında tam sayfa yayınlanan ilanda Trump’ın “demokrasi için varoluşsal bir tehdit” olduğunu savundu.
Trump hakkında yayımlanan eleştirel yazı ve kitapların haddi hesabı yoktur. Amerikalı gazeteci Michael Wollf'un 2018 yılında yayınladığı "Ateş ve Öfke: Trump'ın Beyaz Sarayı'nın içinden" adlı kitap daha piyasaya çıkar çıkmaz 1 milyon adet satılmıştı.
Pek çok sanatçı, yazar ve oyuncu Trump’a karşı olduğunu korkmadan söylemektedir.
İyi anımsıyorum, New Yorker dergisi Donald Trump başkanken bir karikatür yayınlamıştı, kapaktan. Trump çıplak çizilmişti. Bunu başka bir ülkede örneğin Rusya’da yapın bakalım başınıza neler geliyor.
Trump’ın nasıl biri olduğunu anlatan başka kitaplar da yayınlandı onun başkanlık yaptığı dönemde ve bu kitapları yazan hiç kimseye bir şey olmadı. Kimse işini kaybetmedi, kimse tutuklanmadı ve hiçbir kitap toplatılmadı. Amerika’yı Amerika yapan üç sacayağından biri düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğüdür.
Eleştiri Kültürü
Kendi kendini en çok eleştiren ülkelerin belki de başında gelir. Özellikle Hollywood bunu çok iyi yapar. Vietnam Savaşı’ndaki acımasızlığı, Körfez Savaşı’ndaki yalanları, CIA’in komplolarını, polislerin ırkçı tavırlarını Amerikan filmlerinde izlemiyor muyuz ? Geçmişteki kölelik düzenini, siyahlara yapılan eziyetleri kim anlatıyor bize ? Amerikan dizileri, Amerikan filmleri.
Defterlerimden birine Amerika’yı en iyi anlatan dört filmi not almışım: Biri bir roman uyarlaması olan “Twelve Years of Slave – Esaretin 12 yılı”
Film New York’ta özgür bir siyahi olarak doğan, 1841 yılında Washington DC'de kaçırılıp köle olarak satılan Solomon Northup'un 12 yıl boyunca köle olarak geçirdiği korkunç olayları anlatmaktadır.
Diğeri “Green Book – Yeşil Kitap”
Bu iki film ülkedeki kölelik düzenini nefis bir sinema diliyle anlatır.
Ülkenin hukuk sistemini en iyi anlatan film ise Sidney Lumet’in “12 Kızgın Adam” filmidir.
“Three Billboards Outside Ebby, Missouri” filmi ise ülkedeki ifade özgürlüğünü en iyi anlatan filmlerden biridir. Bir kadın, polislerin ilgisizliğini ve yasadışı işlerini herkese duyurmak için sokaktaki billboardlara afişler asar.
Bu filmleri izlerken aklınıza şu gelir: Kaç ülke kendi karanlık geçmişiyle böylesine yüzleşebilir? Kaç yönetmen Amerika dışında bu cesareti gösterebilir ?
Başta medyanın olmak üzere tüm kurumların ve vatandaşların özgürlüğü tüm kurumları olumlu etkiler.
Üniversite Özerkliği
Dünyanın en saygın üniversiteleri Amerika’dadır. Üst düzey seçkin okulların bulunduğu bir lig vardır: IVY League. Bunların çoğu da Boston’dadır. Yüksek öğretimin üniversitenin anlamı bağımsız düşünce, eleştirel fikir ayrılığı ve akla dayalı diyalektiktir. Bundan dolayıdır ki dünyanın her ülkesinden öğrenci ve hoca Amerika’ya gitmektedir. Büyük kurumlarda çalışanlara bir bakın. Çinliler, Hindistan göçmenleri, Türkler, Araplar, Endonezyalılar, Latinler…İşte bu nedenle dünyada en çok Nobel ödülünü Amerikalı bilim adamları kazanmıştır. Aziz Sancar onlardan biridir, Daron Acemoğlu onlardan biridir.
ABD’yi Anlamak
Amerika’yı değerlendirirken her şeyiyle değerlendirmek gerekiyor.
Amerika sadece kirli siyasetten, darbelere destek veren Washington’dan, komplocu CIA’den, yüzlerce tilkinin dolaştığı Pentagon’dan ibaret değildir. Bu ülke dev bir kültürel organizmadır. Sadece New York’ta açılan resim ve heykel sergisi sayısı tüm Türkiye ve Ortadoğu’da açılanlardan fazladır. Yayınlanan bilimsel makale sayısı bakımından dünyada birincidir. Dünya ticareti dolarla yapılır. Bunları anlamadan Amerika’yı anlayamazsınız.
Seçimde herkes merakla bekliyor Kamala Harris mi kazanacak yoksa Trump mı diye. Bence önemi yok.
Amerika Birleşik Devletleri ekonomide, bilimde, siyasette, kültürde velhasıl düşüncede özgürlükler ülkesi olmaya devam ettikçe dünyayı yönlendirmeye devam edecek.
Diğer ülkeler ise oturduğu yerden onu eleştirmeye devam edecek.