Jeolojik târih boyunca dünya ikliminin sıcak ve soğuk devirlerden geçtiği biliniyor. Endişe uyandıran; değişikliğin özellikle son 50 yıl içinde insan eliyle meydana gelmiş olmasıdır. Kıtaların hareketi, kutup bölgelerindeki buzulların diğer kesimlere nazaran ışığı daha fazla atmosfere yansıtıp soğutmaları, okyanuslardaki karbonun ve hayatın genel döngüleri iklim değişikliğine sebep olmaktadır. Atmosferde nitrojen ve oksijen gibi gazlardan başka, sera etkisi yapan karbondioksit ve metan gibi gazlar mevcuttur. Bunlar gelen güneş ışınlarına geçirgendir. Ancak dünya yüzeyinden yansıyarak çıkan ışınların bir kısmını tutarlar. Bu durumda yeryüzüne yakın hava kütlelerinde ısınma meydana gelir. Aşırı kullanılan odun, kömür gibi fosil yakıtlar bu gazların birikmesine sebep olur. Ayrıca tropikal yağmur ormanlarının tahribi ve orman yangınları, okyanuslardaki bitki planktonları (çoğunlukla su yüzeyine yakın yaşayan tek hücreli bitkiler) deniz kirliliği sebebiyle azalarak, fotosentez işlevini tam maânâsıyla yerine getiremezler. (s: 77)
Yazar yalnızca problemleri ortaya koymakla kalmıyor, bilge kişiliği ile yaşanabilir bir dünya için yapılması gereken ve herkes için kolaylıkla uygulanabilecek tedbirleri de kolay anlaşılabilecek bir dille anlatıyor. Okuyucunun dikkatini çeken çarpıcı değerlendirmeler, kitaba ilgiyi artırıyor. Çöplerin yerleşim alanlarımızın ‘karabasanı’ olarak tavsif edildikten hemen sonra çöplüklerde ‘hazine’ gizli olduğu, net ifâdelerle ortaya konuluyor.Hangi atıkların suyu ne kadar kirlettiği, atmosfer kirliliği, sevgi-tabiat ilişkisi, yakın bir gelecekte insanlığın karşılaşacağı su savaşı tehlikesi, çok kolay yöntemlerle engellenebilecek toprak erozyonu, biyogazın ihtişamı, muhteşem zenginliklerimizden biri olan balıkçılığımız, kurtuluşumuzu garantileyen ağaç dikimi, Avatar filminin verdiği ders, çevre ve sağlık, şifalı bitkiler, organik tarım tuzağı, genleri değiştirilmiş organizmalar, tıbbî atıklar, radyasyon, nükleer atıklar ve atom santralinin çalışması, siyanür yöntemiyle mâden çıkarmak, şehirleşme problemi ve çözümü, nüfus artışı ve açlık, bizim için çalışan tabiat, sağlık müjdecisi yosun… kitapta ele alınan diğer konuların bâzıları… Her biri zevkle karışık meraklarla okunuyor.Allah (Subhânehu ve Teâlâ) Hezretleri’nin, kullarına tabiat ana eliyle sunduğu değerleri elbette kullanacağız. Fakat tabiatı kirletmeden ve tüketmeden… Çünkü tabiat ana bize, atalarımızdan kalan miras değil, çocuklarımıza teslim etmek mecburiyetinde olduğumuz emânettir. Sevgili Ediz Hun, şahsı kadar değerli bu bilgileri, bütün inandırıcılığı ile kaşlarını çatmadan, parmak sallamadan, korkutmadan sevgi ve nezâketle anlatıyor. Tanıyanlar bilirler: O, sevgi insanıdır, nezâket sembolüdür. BAB-I ÂLİ KÜLTÜR YAYINCILIĞI:29 Ekim Caddesi Nu: 23/1 Yenibosna 34530 İstanbulTelefon: 0.212-454 21 65 Belgegeçer: 0.212-454 21 71 www.bky.com.tr e-posta: [email protected] EDİZ HUN:Uzman Biyolog, Sinema Sanattârı, Öğretim Üyesi, Politikacı Ediz Hun, 22 Kasım 1940 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Avusturya ve Atatürk liselerinden sonra Norveç Oslo-Trondheim üniversitelerinin Biyoloji, Deniz Biyolojisi ve Çevre Bilimleri bölümlerinden diploma aldı.1963 yılında Ses Mecmuası’nın açtığı yarışmada birinci seçilerek sinema dünyasına girdi. 1963 yılında ilk filmi Genç Kızlar’dan sonra 129 filmde başrol oynadı. Çeşitli üniversitelerde Çevre Dersleri verdi, Çevre Bakanı Danışmanı ve İstanbul İl Çevre Müdürlüğü, Anavatan Partisi İstanbul İl Başkan vekilliği, Aynı partiden 21. Dönem İstanbul Milletvekilliği sırasında, TBMM çatısı altındaki değişik komisyonlarda başkanlık yaptı. Sinema Akademisi’nde ve Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Türk Sinema Tarihi ve Sinema Oyunculuğu, İstanbul Ticaret Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde Ekoloji dersleri, yurt içinde ve yurt dışında 2000’i aşkın konferans verdi. Çevre, Sanat ve Kültür alanında çeşitli yayın organlarında çok sayıda ilmî makalesi yayımlandı. Sanat ve ilim hayatı boyunca 1000’e yakın plaket, belge ve armağan ile taltif edildi. Almanca, Norveççe ve İngilizce bilmektedir. DERKENARÇEVRE PROBLEMLERİOĞUZ ÇETİNOĞLUYakın zamanlara kadar insanoğlunun değişmez hedefi, rahat ve bolluk içerisinde yaşamaktı. Bu hedefe ulaşılabilmesi için, kaynaklar hiç bitmeyecekmiş gibi sınırsız bir şekilde kullanıldı. Çevre kirliliği denilen oluşum hiç akla getirilmedi. Bu gün gelinen noktada, kaynakların sonsuz olmadığı, tabiatın da kirlenebileceği ve kirlenme sebebiyle kaynakların verimlerinin azalabileceği ve hatta yok olabileceği anlaşıldı. Çevre kirliliğinin aynı zamanda insan yaşayışını zorlaştırdığı tespit edildi. Olumsuzlukların farkına varılınca yeni standartlar, kavramlar ve ilkeler geliştirilmesi gündeme geldi. Bu yeni düzenlemelerin kamuoyuna tanıtılması ve kirliliğe dikkat çekilip tedbir alınması şuurunun yerleştirilmesi için bütün dünyada ‘Çevre Günü’ ve ‘Çevre Haftası’ gibi günler, haftalar ihdas edildi. Çevre ile alakalı yasakların maksadı; millî ve milletlerarası sanayilerin, çevreye en az zarar veren şartlar içerisinde gelişmesini sağlamaktır. Sanayi ürünlerinin tasarımı, üretimi, ambalajlanması, nakliyesi ve pazarlaması ile tüketimi… Çevre problemlerine sebebiyet vermeyecek şartlarda olmalıdır. Çevre kirliliğine yol açan hatâlardan dönülmesi, çevrenin temizlenmesi, kendi kendini yenileyebilecek ortamın oluşturulması çok önemlidir. Çünkü kirlilik, kendi kendini çoğaltıyor. Bozulan ekolojik dengenin yeniden kurulması çok büyük yatırımlar gerektiriyor.Türkiye’mizde ve bizim konumumuzda olan ülkelerde, çevrenin korunması ile ilgili bâzı önlemler, sanayileşmenin önünde bir engel gibi görülmektedir. Türkiye, sanayileşmek mecburiyetindedir. Sanayimizi geliştirmeliyiz. Fakat geliştirirken yaşadığımız çevreye zarar verilmemeli. Bize; gelişmiş bir sanayi ve yarınlara kalacak bozulmamış – kirlenmemiş bir çevre lâzım. Son iki asırda hızlı sanayileşme, hızlı şehirleşme ve aşırı üretim-tüketim sebebiyle çevre kirliliği problemiyle karşı karşıya gelindi. Bu sebeple insanlık, 21 yüzyıla büyük umutlar yerine büyük endişelerle girdi. Çevre kirliliğini önlemek maksadıyla düzenlenen toplantılarda, sâdece tabiatın değil, insanlığın da geleceğinin tehdit altında olduğuna dikkat çekiliyor. Çevre sözünden anlaşılması gereken; insanın içerisinde yaşadığı fizikî ve tabiî dünya ile bu dünyada onunla birlikte yaşayan canlı-cansız bütün varlıklardır. Tabiatın, insanlar tarafından hor kullanılmasıyla meydana gelen olumsuzlukların önlenmesi için tedbirler düşünülüyor. 1972 yılında, 113 ülkenin temsilcileri Stockholm’de, ‘Birleşmiş Milletler Dünya Çevre Zirvesi’ adı altında bir araya gelerek konuyu ciddî bir problem olarak ortaya koydular. Ve de, çözümler bulunması için çalışılmasını kararlaştırdılar. Türkiye bu çalışmalara katılmış, 21 Aralık 1991 tarihinde, Çevre Bakanlığı kurulmasını kararlaştırmıştır. Esasen çevre bilinci, İslâmiyet’te ve Türklerde doruk noktadadır. Batılı yaşama biçimi sebebiyle çevre, bir süre için göz ardı edilmiştir. Tehlikeyi sezen batılılar, çevreyi koruma çalışmalarını başlatınca, Türkiye de katılmak ihtiyacını hissetmiştir. Çevre koruma faaliyetleri içerisinde erozyonla mücâdele çalışmaları da yer alır. Erozyon, en önemli çevre problemlerinden biridir. Her yıl Amerika Birleşik Devletleri’nde 5 milyar, ülkemizde 500 milyon ton toprak, erozyonla yok olmaktadır. Bir litre kullanılmış motor yağı, 800.000 litre içme suyunu zehirleyebilmektedir. Dünyada bulunan yaklaşık 65.000 kimyevî maddenin % 80’i zehirlidir. Çevre kirliliği sebebiyle denizlerimizde balık türleri ve miktarı azalmakta, bitki örtüsünde binlerce çeşit nebat yok olmaktadır. Çevre kirliliği, inanç zayıflığı veya yokluğu sebebiyle kirlenen insan iç dünyasının önce dışa, sonra da çevreye yansımasıdır. Kâinat, yaratıldığında temiz idi. İnsanoğlu da günahsızdı. İnsanoğlu önce kendisini, sonra da çevresini kirletti. Ruhen yüce, vicdanen hassas, mânen güçlü olan insan, bedenen de temiz olur. Kendi temizliğini koruyabilmek için çevresini de temiz tutar. Kirlenen çevrelerde, ahlâken temiz insanların yetişmesi mümkün olmaz. Fransız araştırmacı Jacques Atalli; çevrebilimin, önümüzdeki yüzyıllarda, bir ideoloji, hatta bir inanç sistemine dönüşeceğini iddia ediyor. Bu iddiada şüphesiz gereksiz bir abartma vardır. Buna rağmen insanoğlu, benimsemiş olduğu ideolojilere ve inanç sisteminden uzaklaşmadan da çevre şuuruna sâhip olabilir. Esâsen çevreyi az da olsa sorumlu ve duyarlı bakışlarla inceleyebilenler çevreci olmanın gereğine inanıyorlar. 1400 yıl önce ortaya konan bu gerçeği, batılılar yeni keşfettiler. Türk’ün İslâmiyet’le beslenen kültürüne göre: temizlik imandandır. İnsanoğluna temiz ve güzel bir çevre ihsan edilmiştir. O temizliği ve güzelliği koruyanlar dâima kazanırlar. Korumayanlar ise, sâdece kendilerini değil, bütün insanlığı cezalandırmış olurlar. BEŞ VAKİT İNSAN:Senai Demirci’nin yazdığı, Timaş Yayınlarının Ailede Din Eğitimi serisinden 2014 yılında çıkan eser; 13,5 X 19,5 santim ölçülerinde ve 192 sayfadır.Namaz miracındır; Çünkü aradan perdeleri kaldırır, bedeninin her zerresini rıza makamında tutar. Çünkü aradan mesâfeleri kaldırır, alnını Rabbinin yakınlığında tutar. Çünkü aradan sözleri kaldırır, kalbini sessiz ve sonsuz bir makbuliyetin sıcacık kucağında tutar. Çünkü aradan ikiliği kaldırır, olduğun hâli göründüğün halle bir tutar, göründüğün hâli olduğun halle bir tutar. Zamanın üzerindeki hükmünü kaldırır; kalbini zamanlar üstüne çıkarır, kalıbını tükenişlerden ve yitişlerden uzak tutar.Meyveye durmuş ağaçlar gibi, seni sonsuz sevinçlerin, sınırsız umutların, gölgesiz mutlulukların, pürüzsüz huzurların, lekesiz neşelerin baharında tutar.Seni İblis’e karşı meleklerin safında, Nemrut’a karşı İbrahim’in yanında, Firavunlara karşı Mûsa’nın tarafında, nankörlere karşı Muhammed Mustafa’nın [asm] yerinde tutar. Beş Vakit İnsan, her vakit solup düşen ‘an’larımızı yeniden yeşertecek bir vaha sunuyor… TİMAŞ YAYINLARI: Alayköşkü Caddesi Nu: 11 Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-511 24 24 Belgegeçer: 0.212-512 40 00 e-posta: [email protected] / www.timas.com.tr BEYAZ RUS ORDUSU TÜRKİYE’DE:1920 Sonbaharında, Bolşevikler karşısındaki mağlubiyeti üzerine, General Wrangel komutasındaki Beyaz Ordu, sivillerle birlikte Kırım'dan İstanbul'a gelmiştir. Fransız himâyesine giren bu ordunun bir kısmı işgal altındaki İstanbul'un çevresinde kalırken, büyük bir kısmı da Gelibolu ve Limni adasına dağıtılmış; ertesi yıl, ağırlıklı olarak Balkan ve Doğu Avrupa ülkelerine gönderilerek tasfiye edilmiştir.Oya Dağlar Macar ve Elçin Macar tarafından yazılan kitap, bugüne kadar Rusları sadece Beyoğlu'nun gece hayatı ve modası tarafı ile ele alan Türkçe eserlere, gelen mültecilerin büyük miktarını oluşturan Rus Ordusu'nu merkezine alarak, bütünleyici bir katkı sağlamayı hedef almaktadır..Bolşevik Devrimi sonrasında yaklaşık iki milyonu bulan Rus mülteciler, Türk-Yunan nüfus mübâdelesiyle birlikte Avrupa'daki en önemli mülteci meselesi olarak, uzun süre Milletler Cemiyeti'nin gündeminin önemli başlıklarından birini oluşturacaktır.2010 yılında basılan kitap, 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 500 sayfadır. LİBRA KİTAPÇILIK YAYINCILIK:Meşrutiyet Mahahallesi, Ebe Kızı Sokağı Nu: 9 Daire: 2 Şişli, İstanbul. Telefon: 0.212-232 99 04Belgegeçer: 0.212-232 00 05 [email protected] // www.librakitap.com.tr Sürgünden İstanbul’a / DÂRÜLHİLÂFET MEKTUPLARI: 1876-1935 tarihlerinde yaşayan Türkçü fikir adamı ve ideolog Yusuf Akçura’nın ‘Sürgünden İstanbul’a / DÂRÜLHİLÂFET MEKTUPLARI’ isimli eserindeki makaleler, Tercüman ve Vakit gazeteleri ile Şûra Mecmuası’nda 1908-1912 yılları arasında yayınlanmıştır.Akçura bu makalelerinde İkinci Meşrutiyet öncesi Avrupa ve Rusya’nın siyâsî durumu ile Osmanlı Devleti’nin dışarıdan görünüşünü incelemiş, Meşrutiyet’in ilanından sonra sürgüne gönderildiği için uzun yıllar ayrı kaldığı İstanbul’a gelerek döneminin hâdiselerini çok canlı olarak resmetmiştir.Yusuf Akçura, kitaptaki makalelerini okuyanları, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’nın siyâset koridorlarında çevrilen oyunlar hakkında bilgilendiriyor ve İkinci meşrutiyet yıllarının İstanbul’unda kısa bir gezintiye çıkarıyor.İsmail Türkoğlu’nun yayına hazırladığı 12 x 19,5 santim ölçülerinde, 240 sayfalık kitap, Haziran 2016’da yayınlandı.ÖTÜKEN NEŞRİYAT: İstiklal Caddesi Ankara Han Nu: 65/3 Beyoğlu 34433 İstanbul. Telefon: 0.212-251 03 50 Belgegeçer: 0.212-251 00 12 www.otuken.com.tr e-posta: [email protected] KISA KISA… KISA KISA… 1-DUMAN: John Berger – Selçuk Demirel - Çeviren: Cevat Çapan / Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık.2-SİYAH LALE: Alexandre Dumas. Çeviren Volkan Yalçıntoklu. / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları3-ÇEMBER: Dave Eggers – Çeviren Handan Balkara / Siren Yayınları 4-BU VATANA KASTEDENLER: Ali Elverdi / Yeni Asya yayınları.5-MÜCÂHİD MÜRŞİTLER: Davut Bayraklı / Mostar Yayınları. Kitâbiyat
Yayınlanma: 26 Kasım 2016 - 12:47
Güncelleme: 26 Kasım 2016 - 13:00
Kitâbiyat: Yaşat ki Yaşayasın
Kitâbiyat, bu haftaki sayısında "Yaşat ki Yaşayasın" isimli kitapları ele alıyor.
Kitâbiyat
26 Kasım 2016 - 12:47
Güncelleme: 26 Kasım 2016 - 13:00
Oğuz Çetinoğlu yazdıİnsanlarımızın ‘Sinema Sanatkârı’ olarak tanıdığı Ediz Hun, ‘Uzman Biyolog’tur. ‘Biyoloji uzmanı’ olarak da anılan biyologlar, tabiatta bitki ve hayvan… gibi canlıların doğma, gelişme üreme gibi yaşayış safhalarını incelerler. Aynı zamanda bütün canlıların yaşadıkları çevre onların öncelikli ilgi alanıdır. Çevre, insanların ve diğer canlıların hayatları boyunca içerisinde yaşadıkları ve karşılıklı etkileşim hâlinde bulundukları fizikî, sosyal ve kültürel ortamdır. Su, toprak ve hava, bu ortamın en önemli üç unsurudur. Günümüzde, terörist saldırıları da kapsayan savaş olgusundan sonra, insanlığı tehdit eden en büyük olumsuzluk, çevre kirliliğidir. Çevre kirliliği ile alakalı problemler, ‘ekoloji’ terimi kullanılarak ilk defa 1866 yılında Alman biyolog Ernst Haeckel (1834-1919) tarafından dünyanın gündemine getirilmiştir.‘Tabiat bilimi’ mânâsındaki ekoloji, canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle ilişkilerini inceler. Böylece, ekoloji ve biyoloji ilmi aynı zeminde birleşmiş olurlar.Ediz Hun, biyolog olarak laboratuar çalışmalarını özel merak olarak yürütürken, çevre ile ilgili çalışmaları dışa açık, topluma yöneliktir. O’nun bu çalışmaları; ‘Yaşat ki Yaşayasın’ ve ‘Çevremiz Geleceğimizdir’ isimleriyle birbirinden güzel iki ürün vermiştir.13,5 X 21 santim ölçülerinde, 311 sayfalık Yaşat ki Yaşayasın isimli kitabında Ediz Hun, ‘Bindiğimiz Dalı Kesmeyelim!’ hitabıyla-çağrısıyla söz başı yapıyor. Bindiğimiz dal, yaşadığımız ve bizimle birlikte yaşayan bütün canlıların ihtiyacı olan; deniz, göl, ırmak, dere ve çaylarıyla su, toprak, hava, bitkiler, ağaçlar ve canlı-cansız çevremizdeki varlıkların tamamıdır. Bunların her biri, ‘ekosistem’ olarak adlandırılan düzeni oluşturur. Ekosistemde bulunun canlı ve cansız her varlıktan, bize ne kadar önemsiz gelirse gelsin, herhangi birinin azalması veya yok olması tabiatın dengesini bozar. Öylesine bozar ki, insanlarla birlikte bütün canlıların hayatını büyük ölçüde etkiler. Canlıları, yok olmaya kadar sürükleyecek zorlukların orta yerinde çâresiz duruma düşürebilir. Ediz Hun, eserinde; insanlarımız tarafından hayatî ehemmiyeti, henüz yeterli ölçüde bilinmeyen çevre problemlerini; insan sağlığı, huzuru ve ömrü açısından olduğu kadar iktisâdî değerlerle, üretimle ve mâliyetlerle alakalı bütün yönleriyle, akıcı Türkçesinden kaynaklanan rahat okunur ve kolay anlaşılır bir üslupla anlatıyor. Jeotermal enerjiden güneş ve rüzgâr enerjisine, atık sudan balıkçılığımıza, ormancılığımızdan iklim değişikliğine kadar insanı ve insanla birlikte yaşayan, değer ifâde etsin veya etmesin her türlü varlığı, bâzen mühendis, bazen sosyolog ve bazen da ekonomist gibi inceliyor.Aşağıdaki satırlar, çevre meselelerinde ne kadar geniş alana yayılan bilgilerle hüküm verme noktasına ulaşılabileceğini göstermektedir:
# çevreyi korumak# çevreyi korumak ile ilgili yazı# çevreyi korumak ile ilgili kompozisyon# çevreyi korumak ve güzelleştirmek için neler yapılabilir# çevreyi korumak için çalışan sivil toplum kuruluşları# Çevremiz geleceğimizdir
İlginizi Çekebilir