Ömer Faruk Ateş yazdı...
Ramazan ayında canlanan geleneksel İslâm sanatlarının en önemlisi süphesiz mahyalardır. Osmanlı Devleti’nin günümüze intikal eden en canlı unsurlarından olan mahyalar günümüzde de başta selâtin camiler olmak üzere minareler arasını süslemektedir.
Mahya sanatının imparatorluk kökenli oluşu, isimlendirilmesine de yansımıştır. Bilindiği gibi Osmanlıca; Türkçe’nin Arapça ve Farsça’nın etkisi altında kaldığı tarihi bir dönemidir. Her üç dilin gramer yapısı, ekleri ve kelimeleri bu dilde bir araya gelmiş, bazan Arapça kelimelerle Farsça tamlamalar yapılmış, bazen da Arapça bir kelimeye Farsça bir ek getirilerek farklı bir kelime türetilmiştir. Çok uluslu imparatorluk dilinin bir özelliği olarak da değerlendirebileceğimiz bu durum, mahya kelimesinde de karşımıza çıkmaktadır. Farsça “ay” anlamına gelen “mâh” kelimesine Arapça “–iyye“eki getirilerek oluşturulmuş mâhiyye kelimesi, günümüz Türkçesi’nde mahya şeklinde telaffuz edilmektedir.
Her sanatta olduğu gibi mahyacılıkta da usta – çırak ilişkisi vardır. Bu sanatı icrâ edenler, icâzetini almış yeterli bilgi ve kabiliyette insanlardır. Mahyacılığa adım atmak isteyen kimse önce bir heyet karşısında ustalığını ispat eder. Yeterliliğini ispat ederse bu sanatla meşgul olmaya başlar.
Mahya sanatının ilk olarak Osmanlı’nın hangi döneminde ortaya çıktığı kesin olarak bilinmese de oldukça önemsendiği ortadadır. Örneğin, minarelerinin kısalığı dolayısıyla mahya kurulmaya elverişsiz olan Eyüp Camii , Nevşehirli Damad İbrahim Paşa tarafından minareleri uzatılmak suretiyle bu sanata elverişli hâle getirilmiştir.
İstanbul camilerinde kurulan mahyalarda “hoş geldin yâ ramazan”, “on bir ayın sultanı” , “oruç tut sıhhat bul” gibi cümleler yazmaktadır. Harf devriminden önce mahyalar genellikle sülüs yazı ile yazılıyordu. Harf devriminden sonra bu gelenek Latin harfleri ile devam ettirilmiştir. Biz de ramazan münasebetiyle mahyalardan kısaca söz etmek istedik. Vesselâm…
murekkephaber.com