Röportaj: Yusuf Çifci
Franz Kafka’nın Milena Jesenská ile iki seneye yayılan mektuplaşmaları meltem cumbul tarafından sahneye taşındı. Üstelik bu kez sadece Kafka yok; Milena'nın Kafka'ya yazdığı mektuplarla oyun, Milena'ya da kendini ifade etme şansı veriyor.
Arka planda Mert Fırat, sahnede ise büyük bir ustalıkla canlandırdığı Milena Jesenská rolü ile Meltem Cumbul... Herhangi bir olay akışının olmadığı oyunda yaklaşık 120 dakika boyunca Meltem Cumbul'un harika performansını izlemek ve Kafka ile Milena'nın aşklarının bir parçası olmak gerçekten de harika bir deneyim.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Meltem Cumbul ile Ben “Sevgili Milena” oyununu konuştuk.
Aslında tiyatroya uyarlanması oldukça zor bir metni büyük bir ustalıkla sahneye taşıyorsunuz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Öncelikle çok teşekkür ederim. “Chopin Prelüdler&George Sand’dan Okumalar” eserini 2014 yılında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Kültür Üniversitesi gösterimi için hazırladığımızda – Burak Fidan’la beraber teksti oluşturmuştuk – hemen ardından Kafka&Milena Mektuplaşmaları üzerine çalışalım istedik. Olmadı. Istanbul Tiyatro Festivali için hazırlanan iki oyun (Göl Kıyısı/Theresa Rebeck ve E-Mülteci.com/Sedef Ecer) ve Toy Tiyatrosu açılış oyunu (Blu/David Hare) araya girdi. Izmir Toy Tiyatrosuna eğitimler için her hafta gelip giderken dramaturg, yazar, yönetmen Bülent Yıldız’la MSGSÜ Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nden öğrencim, meslektaşım Gizem Tataroğlu vesilesiyle tanıştık ve ben Burak Fidan’dan izin alarak Bülent’e Milena’nın olmayan mektuplarını yazmak ve Kafka&Milena mektuplaşmalarını bir eser haline getirmek ister mi diye sordum. Bülent çok heyecanlandı. Izmir’e ben gelip gittikçe sık sık buluşmaya ve Milena&Kafka üzerine sohbet etmeye başladık. Yaklaşık bir yıla yakın bir sürede eser tamamlandı. Esere hakimiyetim yüksek olunca da kendim sahnelemek istedim.
Biz bu aşka bugüne kadar Kafka’nın tarafından baktık. Sanırım Milena’yı ve Milena’nın duygularını ihmal ettik. Siz bu oyunda Milena’ya kendini ifade etme şansı veriyorsunuz. Milena sizin için ne ifade ediyor?
Milena Jesenska’nın kendine ait olmayan her ötekileştirmeye sahip çıkmış olması beni çok etkiliyor. Milena benim için ötekinin gölgesi. Oyuncunun bedeni kendisiyle dünya arasında bir direniş odağıdır. Bunu izleyen seyirci ister direnişi kabul eder ister teslimiyeti. Oyuncu kimseye direnin yönergeleri sunacak bir manifesto değildir.
Milena da benim için bir direniş odağıdır. Sadece aşık bir Milena değil, direnen bir Milena var. Karaktere hazırlanırken Milena’nın çeviri yaptığı, tren istasyonu, otellerde valiz taşıması, Tribuna dergisine yazılar yazdığı çalışma hayatının dışında kalan günlük hayatını da odağa aldım. Uzun çalışma saatlerinden hiçbir şeye vakti kalmayan Milena, dönemin entelektüellerinden kocası Ernst Pollack’ın çalışmaması sebebiyle oluşan maddi açığı da kendisi kapatmak zorunda kaldığı için oldukça zorlu bir hayat geçirmiş. Kendini kadın gibi hissedememe hâli, öksürük nöbetleri, parasızlığı, arkadaşlarının komünist ya da Yahudi dostu diye tutuklanması, tutuklanmamak için kocasıyla başka şehre gitmeleri, vakitsizlikten kimseyle görüşemediği için etrafının koskoca bir boşluktan oluştuğunu hissetmesi, yorgunluğu bütün bunları bedenimdeki ve zihnimdeki hafıza karşılığıyla bulmaya çalıştım.
Margarete Buber-Neumann’ın yazdığı Milena isimli kitap da çok yardımcı oldu Milena’yı tanımama. Margerete ve Milena, Ravensbrück Toplama Kampı’nda dört yılı bir arada geçirmiş. Kadınların “tavşanlar” adı altında tıbbi denek olarak kullanıldığı bu kampta geçen işkence süreci, sahnede benim için karakterin gündelik yaşamıyla aynı temel hareket biçimini oluşturdu: Kafka’ya ait Ceza Sömürgesi, Dönüşüm ve Şato’dan da faydalandım tabii Milena’nın çevirmen tarafı için. Nathan Hendrickson’la gerçekleştirdiğimiz video çalışması da Milena’nın özlem duyduğu kadın tarafını karakter üzerinde soyut anlatımla tanımlamamı sağladı. 48 yaşında hayatı toplama kampında sonlanan Milena, az yaşayıp çok şey görmüş bir karakter. Kafka’nın dediği gibi “Kaçırılır bu kadın, yangından, yeryüzünden, kucağa alıp kaçırılır… O da güvenle, istekle sokulur insana.” Hatta Margarete Buber Neumann’ın yazdığı “Milena” adlı kitabın en başındaki cümle de şu:
“…O güne dek görmediğim canlı bir ateş o…Oysa öyle narin, cesur ve akıllı ki! Her şeyi de o kadar kolay feda ediyor ki! Ya da belki her şeyi fedakarlığı sayesinde elde etmiş…” (Franz Kafka)
"BU BİR PERFORMATİF ANLATIDIR"
Oyunun tamamında soyut dans figürleri ile harika bir performans sergiliyorsunuz. Arka planda ise Milena ile Kafka’nın mektuplaşmalarını sizin ve Mert Fırat'ın sesinden dinliyoruz. Ayrıca oyunun büyük bir bölümünde de replik yok. Bu bir tiyatro oyunu mu yoksa performans mı?
Öznel bir anlatımı seçimledim sahne üzerinde. Tamamiyle metnin ve Kafka’nın eserlerinin benim için ne ifade ettiğini haraketle ve sesle aktarmaya çalıştım. Tabi ayrı tutarak sesi ve hareketi birbirinden. Bu bir performatif anlatıdır.
Kafka ile Milena 2,5 yıl boyunca mektuplaşıyor ama yüz yüze geçirdikleri zaman dilimi çok az; sadece 5 gün. Buna rağmen birbirlerine tutku ile bağlılar. Nasıl bir aşk var aralarında?
Tutkulu bir aşk var aralarında.
Sizce bu aşk sahici ve ayakları yere basan bir aşk mı yoksa Kafka’nın edebi kaygılarının ürünü mü?
İkisini de barındırdığını söyleyebiliriz var olan mektuplara bakarak. Kafka acı çeken ve bundan eser yaratımında beslenen bir kişilik. Fiziksel bir temasın var olması da gerekmiyor. Kendisi için platonik yaşanabilecek bir sürecin de geçmiş olması aşikar.
Bence bu oyunda riskli bir şey yapıyorsunuz. Sahnede tek başınızasınız ve olay akışının olmadığı oyunda seyircinin algısının başka yönlere kayması da mümkün. Öte yandan oyunu izlerken gördüm ki seyirciler gözlerini kırpmadan hayranlıkla sizi izliyorlar. Seyirci ile bu bağı nasıl kuruyorsunuz?
Deneysel çalışma risklidir. Seyircinin dikkati eğer başka bir alana çekilmiyor ve oyuncu da kalıyorsa bu oyuncunun oyunculuk niteliğinin iyi olduğunu gösterir. Geçen gün yazdığım tez için Sistem’ini öğrettiğim Eric Morris’le mülakat yapıyordum ve size deneysel oyunculukla alakalı söylediklerinin bir bölümünü aktarmak isterim:
Franz Kafka’nın Milena Jesenská ile iki seneye yayılan mektuplaşmaları meltem cumbul tarafından sahneye taşındı. Üstelik bu kez sadece Kafka yok; Milena'nın Kafka'ya yazdığı mektuplarla oyun, Milena'ya da kendini ifade etme şansı veriyor.
Arka planda Mert Fırat, sahnede ise büyük bir ustalıkla canlandırdığı Milena Jesenská rolü ile Meltem Cumbul... Herhangi bir olay akışının olmadığı oyunda yaklaşık 120 dakika boyunca Meltem Cumbul'un harika performansını izlemek ve Kafka ile Milena'nın aşklarının bir parçası olmak gerçekten de harika bir deneyim.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Meltem Cumbul ile Ben “Sevgili Milena” oyununu konuştuk.
Aslında tiyatroya uyarlanması oldukça zor bir metni büyük bir ustalıkla sahneye taşıyorsunuz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Öncelikle çok teşekkür ederim. “Chopin Prelüdler&George Sand’dan Okumalar” eserini 2014 yılında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Kültür Üniversitesi gösterimi için hazırladığımızda – Burak Fidan’la beraber teksti oluşturmuştuk – hemen ardından Kafka&Milena Mektuplaşmaları üzerine çalışalım istedik. Olmadı. Istanbul Tiyatro Festivali için hazırlanan iki oyun (Göl Kıyısı/Theresa Rebeck ve E-Mülteci.com/Sedef Ecer) ve Toy Tiyatrosu açılış oyunu (Blu/David Hare) araya girdi. Izmir Toy Tiyatrosuna eğitimler için her hafta gelip giderken dramaturg, yazar, yönetmen Bülent Yıldız’la MSGSÜ Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nden öğrencim, meslektaşım Gizem Tataroğlu vesilesiyle tanıştık ve ben Burak Fidan’dan izin alarak Bülent’e Milena’nın olmayan mektuplarını yazmak ve Kafka&Milena mektuplaşmalarını bir eser haline getirmek ister mi diye sordum. Bülent çok heyecanlandı. Izmir’e ben gelip gittikçe sık sık buluşmaya ve Milena&Kafka üzerine sohbet etmeye başladık. Yaklaşık bir yıla yakın bir sürede eser tamamlandı. Esere hakimiyetim yüksek olunca da kendim sahnelemek istedim.
Biz bu aşka bugüne kadar Kafka’nın tarafından baktık. Sanırım Milena’yı ve Milena’nın duygularını ihmal ettik. Siz bu oyunda Milena’ya kendini ifade etme şansı veriyorsunuz. Milena sizin için ne ifade ediyor?
Milena Jesenska’nın kendine ait olmayan her ötekileştirmeye sahip çıkmış olması beni çok etkiliyor. Milena benim için ötekinin gölgesi. Oyuncunun bedeni kendisiyle dünya arasında bir direniş odağıdır. Bunu izleyen seyirci ister direnişi kabul eder ister teslimiyeti. Oyuncu kimseye direnin yönergeleri sunacak bir manifesto değildir.
Milena da benim için bir direniş odağıdır. Sadece aşık bir Milena değil, direnen bir Milena var. Karaktere hazırlanırken Milena’nın çeviri yaptığı, tren istasyonu, otellerde valiz taşıması, Tribuna dergisine yazılar yazdığı çalışma hayatının dışında kalan günlük hayatını da odağa aldım. Uzun çalışma saatlerinden hiçbir şeye vakti kalmayan Milena, dönemin entelektüellerinden kocası Ernst Pollack’ın çalışmaması sebebiyle oluşan maddi açığı da kendisi kapatmak zorunda kaldığı için oldukça zorlu bir hayat geçirmiş. Kendini kadın gibi hissedememe hâli, öksürük nöbetleri, parasızlığı, arkadaşlarının komünist ya da Yahudi dostu diye tutuklanması, tutuklanmamak için kocasıyla başka şehre gitmeleri, vakitsizlikten kimseyle görüşemediği için etrafının koskoca bir boşluktan oluştuğunu hissetmesi, yorgunluğu bütün bunları bedenimdeki ve zihnimdeki hafıza karşılığıyla bulmaya çalıştım.
Margarete Buber-Neumann’ın yazdığı Milena isimli kitap da çok yardımcı oldu Milena’yı tanımama. Margerete ve Milena, Ravensbrück Toplama Kampı’nda dört yılı bir arada geçirmiş. Kadınların “tavşanlar” adı altında tıbbi denek olarak kullanıldığı bu kampta geçen işkence süreci, sahnede benim için karakterin gündelik yaşamıyla aynı temel hareket biçimini oluşturdu: Kafka’ya ait Ceza Sömürgesi, Dönüşüm ve Şato’dan da faydalandım tabii Milena’nın çevirmen tarafı için. Nathan Hendrickson’la gerçekleştirdiğimiz video çalışması da Milena’nın özlem duyduğu kadın tarafını karakter üzerinde soyut anlatımla tanımlamamı sağladı. 48 yaşında hayatı toplama kampında sonlanan Milena, az yaşayıp çok şey görmüş bir karakter. Kafka’nın dediği gibi “Kaçırılır bu kadın, yangından, yeryüzünden, kucağa alıp kaçırılır… O da güvenle, istekle sokulur insana.” Hatta Margarete Buber Neumann’ın yazdığı “Milena” adlı kitabın en başındaki cümle de şu:
“…O güne dek görmediğim canlı bir ateş o…Oysa öyle narin, cesur ve akıllı ki! Her şeyi de o kadar kolay feda ediyor ki! Ya da belki her şeyi fedakarlığı sayesinde elde etmiş…” (Franz Kafka)
"BU BİR PERFORMATİF ANLATIDIR"
Oyunun tamamında soyut dans figürleri ile harika bir performans sergiliyorsunuz. Arka planda ise Milena ile Kafka’nın mektuplaşmalarını sizin ve Mert Fırat'ın sesinden dinliyoruz. Ayrıca oyunun büyük bir bölümünde de replik yok. Bu bir tiyatro oyunu mu yoksa performans mı?
Öznel bir anlatımı seçimledim sahne üzerinde. Tamamiyle metnin ve Kafka’nın eserlerinin benim için ne ifade ettiğini haraketle ve sesle aktarmaya çalıştım. Tabi ayrı tutarak sesi ve hareketi birbirinden. Bu bir performatif anlatıdır.
Kafka ile Milena 2,5 yıl boyunca mektuplaşıyor ama yüz yüze geçirdikleri zaman dilimi çok az; sadece 5 gün. Buna rağmen birbirlerine tutku ile bağlılar. Nasıl bir aşk var aralarında?
Tutkulu bir aşk var aralarında.
Sizce bu aşk sahici ve ayakları yere basan bir aşk mı yoksa Kafka’nın edebi kaygılarının ürünü mü?
İkisini de barındırdığını söyleyebiliriz var olan mektuplara bakarak. Kafka acı çeken ve bundan eser yaratımında beslenen bir kişilik. Fiziksel bir temasın var olması da gerekmiyor. Kendisi için platonik yaşanabilecek bir sürecin de geçmiş olması aşikar.
Bence bu oyunda riskli bir şey yapıyorsunuz. Sahnede tek başınızasınız ve olay akışının olmadığı oyunda seyircinin algısının başka yönlere kayması da mümkün. Öte yandan oyunu izlerken gördüm ki seyirciler gözlerini kırpmadan hayranlıkla sizi izliyorlar. Seyirci ile bu bağı nasıl kuruyorsunuz?
Deneysel çalışma risklidir. Seyircinin dikkati eğer başka bir alana çekilmiyor ve oyuncu da kalıyorsa bu oyuncunun oyunculuk niteliğinin iyi olduğunu gösterir. Geçen gün yazdığım tez için Sistem’ini öğrettiğim Eric Morris’le mülakat yapıyordum ve size deneysel oyunculukla alakalı söylediklerinin bir bölümünü aktarmak isterim:
“Yüz yıl önce Stanislavski, “Aktör, karakterlerin deneyimlediğini deneyimlemelidir” demişti ancak geçen yüz yıl içerisinde bu ifade kaybolup gitti zira Stanislavski’nin kendisi dâhil hiç kimse bunu uygulamıyordu, zihinsel olarak zorlayıcıydı. Ancak ortaya koyduğu kavramlar devrim niteliğindeydi. Aktör, karakterin deneyimlediğini deneyimleyebilmenin bir yolunu bulmalıdır ve benim öğretimimin de özü budur. Oluş hali, fütursuzluk, mutlak bilinç… Bütün bunlar, karakterin gerçekte deneyimlediği şeyi kendi yaşam deneyimleriniz ile anbean düzlemde deneyimleyebilmenizi sağlamalıdır. Bu nedenle bu ifadenin tezinde yer alması gerekir; deneyimsel davranış, deneyimsel oyunculuk…”