Röportaj: Yusuf Çifci
Mine Söğüt'ün yeni romanı "Başkalarının Tanrısı" raflardaki yerini aldı. Başkalarının Tanrısı’nda Mine Söğüt; biri bebek beş sokak insanının yarı hayal yarı gerçekçi hikâyesiyle, yanından geçip gittiğimiz ve görmezden geldiğimiz insanlara odaklanıyor.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Mine Söğüt ile yeni romanı "Başkalarının Tanrısı"nı konuştuk.
Romanda Efsun Abla, Adnan Abi, Hülya ve aralarına sonladan katılan Matruşka sokak hayatına bir şekilde itilse de Musa aslında bir tercih yapıyor. Musa, geçmişi ya da geleceği değil şu anı tercih ediyor. Günümüz beyaz yakalıların en çok şikâyet ettikleri konu tam olarak da bu. Her şeyi terk etmek bu kadar kolay mı?
Roman bunun hiç de kolay olmadığını anlatıyor. Kolay olmadığı gibi neredeyse mümkün de değil. Tüketim alışkanlıklarımız, korkularımız, ahlakımız, öncelikle değerlerimiz bilinçli bir şekilde kökten değişmedikçe başka bir dünya yaratmamız hatta hayal etmemiz bile pek mümkün görünmüyor. Romanda kişisel tercihiyle hayatını değiştirmeye çalışan Musa’nın ve diğer kahramanların sorgulamaları da bu çıkışsızlığı işaret ediyor zaten.
Peki, sizce neden terk edemiyorlar?
Bizler neden terk edemiyorsak ondan. Bu bizim kendimize sormamız gereken çok önemli bir soru. Cevabını bulamasak da o cevabı ararken geçeceğimiz yollarda kendimize dürüst olursak fark edeceğimiz şeylerin yükü çok ağır. İnançlarımız, tabularımız ve alışkanlıklarımızdan oluşan binlerce yıllık bir ağırlığın altında ezile ezile yitirdiğimiz gerçeklik yüzleşmesi bize korkutucu geliyor.
Siz de İstanbul doğumlusunuz ve şu an kısmen daha sakin bir kent olan Bodrum’da yaşıyorsunuz. Sizinki de bir tercih miydi?
Ben çok önemli konularda ne istediğimi değil ne istemediğimi göz önüne alarak tercih yapmaya çalışırım. O yüzden sakin bir yerde yaşamak isteyerek yola çıkmadım, şehrin aslında beslendiğim, bir yandan da sevdiğim ama içinde kontrolsüz bir şekilde, mecburen yer almak istemediğim o insani olmayan atmosferinde sıkışıp kalmak istemediğim için kırsal bir yere taşındım.
Romana dönersek romandaki beş karakterimiz yıkılmak üzere olan bir kahvede yaşıyor. Bu bir metafor mu? Bu yıkıldı yıkılacak düzen bir gün yıkılır mı?
Roman baştan sona bir metafor denizi zaten. Evet o kahve yıkılır, bu dünya yıkılır, bu insanlık yıkılır... Her şey yıkılır. Bazen kendiliğinden bazen de başkaları tarafından. Önemli olan yeniden kurulup kurulmayacağıdır ya da yerine neyin kurulacağıdır.
Roman karakterleri evet, zor şartlarda yaşıyorlar ama hayatlarından pek de şikâyetçi görünmüyorlar. Bu durum karakterlerin yapısıyla mı ilgili yoksa üzerimizdeki fazlalıkları atmak bizi mutlu mu ediyor?
Ben olsam onların hayattan şikâyetçi olmadıklarını değil, şikâyet biçimlerinin farklı olduğunu düşünürdüm. Biz şikayeti genelde yakınma olarak kodluyoruz. Oysa sorgulama da bir şikayet biçimidir.
Şair Musa “Tüm hayat bir şiir.” diyor. Yine karakterler kendilerini tanımlarken, “ Hepimiz şiir gibi konuşuyor, hayvan gibi yaşıyoruz.” ifadelerini kullanıyor. Sahi, yaşam ve şiir arasında nasıl bir ilişki var?
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri soyutlama yeteneğidir. Şiir de bu soyutlama yeteneğini en güçlü şekilde kullandığı alandır. İnanca dair metinlerden ilk tarihi notlara kadar, insan doğayı ve kendi varlığın anlamlandırmak için şiiri yani soyutlama yeteneğini kullanarak düşünmeye başlar. Sorularını hep şiirle yani soyutlamayla sorar, yanıtlarını bu sonsuz, dipsiz dünyada arar.
Kitapta “Şehri garibanlar kurar, garibanlar yıkar.” şeklinde etkileyici bir söz geçiyor. Bu bir temenni mi yoksa tamamen gerçekler üzerine kurulu bir cümle mi?
Romanda bu söze karşı çıkan, hatta öfkelenen cümleler de var. Bu doğru ya da yanlış olmasından öte güç ve güçsüzlük üzerine, döngü üzerine, bağlantılar üzerine okuru tekrar ve tekrar düşünmeye çağıran bir cümle.
Efsun Abla bebek Matruşka’ya hayat dersi verirken tanrıya inanmaması gerektiğini çünkü onun Başkalarının Tanrısı olduğunu söylüyor. Sahi o tanrı kimin tanrısı?
Kimse kendisinden korkmaz. Hep bir başkasından korkar. İnsanlık tanrıyı bu güdüyle güçlenmiş bir imge denizinde biçimlendirir.Ve kendi hayalinden oluşan bu fikre yabancılaşarak sorumluluklarından kaçmayı marifet bilir. Aslında hepimiz birbirimizin tanrısıyız. Haliyle her birimizin tanrımız da bir başkası.
Peki size göre tanrı ne ifade ediyor?
İnsanlık tarihinin tüm anahtarları, tanrı fikrinin evrimleşme sürecindedir. Sosyal hayattan cinselliğe, ahlaktan ekonomiye, politikadan ticarete, iktidardan aileye insanlığın kendisini biçimlendirme arayışında hangi yollardan geçtiğini ve hangi tuzaklara düştüğünü, nerelerde yanlış yaptığını ve neden “kötü” olduğunu tanrı fikrinin evrimleşme sürecini takip ederek çözebilirsiniz. Tanrı yoktur ama tanrı inancı vardır. Ve tıpkı şiir gibi, insanın imgelem gücünün marifeti olan tanrı fikri gerçekten her şeye kadirdir.
Son olarak Orhan Kemal kendi roman karakterlerini tanımlarken “küçük insanlar” diyor. Siz de aslında Başkalarının Tanrısı ve diğer eserlerinizde “öteki”yi anlatıyorsunuz. Siz karakterlerinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Öteki benim için, yanından geçip gittiğimiz ve görmezden geldiğimiz diğer insanlar kadar, aynı zamanda aynaya baktığımızda görmezden geldiğimiz kendimizizdir de. Benim karakterlerim o yüzden başkaları üzerinden, öteki üzerinden anlatılan hikayeler gibi görünse de aslında okurun bizzat kendisidir.
BİR YAZARA SORDUM: 8 KISA SORU, 8 KISA CEVAP
Satın aldığınız ilk albüm
The Dark Side Of The Moon, Pink Floyd
Son zamanlarda baştan sona dinlediğiniz albüm
KrishnaDas, PilgrimHeart
Sinemada ilk izlediğiniz film
Kezban Paris’te
En sevdiğiniz yazarlardan üçü
Nazım Hikmet, SamedBehrengi, Leyla Erbil
Ezberlediğiniz ilk şiir
Nazım Hikmet, Makinalaşmak İstiyorum
Sizi etkileyen üç kitap
Molloy, Yeraltından Notlar, Sevgili Arsız Ölüm
İzlediğiniz ilk tiyatro oyunu
Kerem gibi, Genco Erkal, Dostlar Tiyatrosu
Gün içinde en çok kullandığınız kelime
Peki.
www.murekkephaber.com
Mine Söğüt'ün yeni romanı "Başkalarının Tanrısı" raflardaki yerini aldı. Başkalarının Tanrısı’nda Mine Söğüt; biri bebek beş sokak insanının yarı hayal yarı gerçekçi hikâyesiyle, yanından geçip gittiğimiz ve görmezden geldiğimiz insanlara odaklanıyor.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Mine Söğüt ile yeni romanı "Başkalarının Tanrısı"nı konuştuk.
Romanda Efsun Abla, Adnan Abi, Hülya ve aralarına sonladan katılan Matruşka sokak hayatına bir şekilde itilse de Musa aslında bir tercih yapıyor. Musa, geçmişi ya da geleceği değil şu anı tercih ediyor. Günümüz beyaz yakalıların en çok şikâyet ettikleri konu tam olarak da bu. Her şeyi terk etmek bu kadar kolay mı?
Roman bunun hiç de kolay olmadığını anlatıyor. Kolay olmadığı gibi neredeyse mümkün de değil. Tüketim alışkanlıklarımız, korkularımız, ahlakımız, öncelikle değerlerimiz bilinçli bir şekilde kökten değişmedikçe başka bir dünya yaratmamız hatta hayal etmemiz bile pek mümkün görünmüyor. Romanda kişisel tercihiyle hayatını değiştirmeye çalışan Musa’nın ve diğer kahramanların sorgulamaları da bu çıkışsızlığı işaret ediyor zaten.
Peki, sizce neden terk edemiyorlar?
Bizler neden terk edemiyorsak ondan. Bu bizim kendimize sormamız gereken çok önemli bir soru. Cevabını bulamasak da o cevabı ararken geçeceğimiz yollarda kendimize dürüst olursak fark edeceğimiz şeylerin yükü çok ağır. İnançlarımız, tabularımız ve alışkanlıklarımızdan oluşan binlerce yıllık bir ağırlığın altında ezile ezile yitirdiğimiz gerçeklik yüzleşmesi bize korkutucu geliyor.
Siz de İstanbul doğumlusunuz ve şu an kısmen daha sakin bir kent olan Bodrum’da yaşıyorsunuz. Sizinki de bir tercih miydi?
Ben çok önemli konularda ne istediğimi değil ne istemediğimi göz önüne alarak tercih yapmaya çalışırım. O yüzden sakin bir yerde yaşamak isteyerek yola çıkmadım, şehrin aslında beslendiğim, bir yandan da sevdiğim ama içinde kontrolsüz bir şekilde, mecburen yer almak istemediğim o insani olmayan atmosferinde sıkışıp kalmak istemediğim için kırsal bir yere taşındım.
Romana dönersek romandaki beş karakterimiz yıkılmak üzere olan bir kahvede yaşıyor. Bu bir metafor mu? Bu yıkıldı yıkılacak düzen bir gün yıkılır mı?
Roman baştan sona bir metafor denizi zaten. Evet o kahve yıkılır, bu dünya yıkılır, bu insanlık yıkılır... Her şey yıkılır. Bazen kendiliğinden bazen de başkaları tarafından. Önemli olan yeniden kurulup kurulmayacağıdır ya da yerine neyin kurulacağıdır.
Roman karakterleri evet, zor şartlarda yaşıyorlar ama hayatlarından pek de şikâyetçi görünmüyorlar. Bu durum karakterlerin yapısıyla mı ilgili yoksa üzerimizdeki fazlalıkları atmak bizi mutlu mu ediyor?
Ben olsam onların hayattan şikâyetçi olmadıklarını değil, şikâyet biçimlerinin farklı olduğunu düşünürdüm. Biz şikayeti genelde yakınma olarak kodluyoruz. Oysa sorgulama da bir şikayet biçimidir.
Şair Musa “Tüm hayat bir şiir.” diyor. Yine karakterler kendilerini tanımlarken, “ Hepimiz şiir gibi konuşuyor, hayvan gibi yaşıyoruz.” ifadelerini kullanıyor. Sahi, yaşam ve şiir arasında nasıl bir ilişki var?
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri soyutlama yeteneğidir. Şiir de bu soyutlama yeteneğini en güçlü şekilde kullandığı alandır. İnanca dair metinlerden ilk tarihi notlara kadar, insan doğayı ve kendi varlığın anlamlandırmak için şiiri yani soyutlama yeteneğini kullanarak düşünmeye başlar. Sorularını hep şiirle yani soyutlamayla sorar, yanıtlarını bu sonsuz, dipsiz dünyada arar.
Kitapta “Şehri garibanlar kurar, garibanlar yıkar.” şeklinde etkileyici bir söz geçiyor. Bu bir temenni mi yoksa tamamen gerçekler üzerine kurulu bir cümle mi?
Romanda bu söze karşı çıkan, hatta öfkelenen cümleler de var. Bu doğru ya da yanlış olmasından öte güç ve güçsüzlük üzerine, döngü üzerine, bağlantılar üzerine okuru tekrar ve tekrar düşünmeye çağıran bir cümle.
Efsun Abla bebek Matruşka’ya hayat dersi verirken tanrıya inanmaması gerektiğini çünkü onun Başkalarının Tanrısı olduğunu söylüyor. Sahi o tanrı kimin tanrısı?
Kimse kendisinden korkmaz. Hep bir başkasından korkar. İnsanlık tanrıyı bu güdüyle güçlenmiş bir imge denizinde biçimlendirir.Ve kendi hayalinden oluşan bu fikre yabancılaşarak sorumluluklarından kaçmayı marifet bilir. Aslında hepimiz birbirimizin tanrısıyız. Haliyle her birimizin tanrımız da bir başkası.
Peki size göre tanrı ne ifade ediyor?
İnsanlık tarihinin tüm anahtarları, tanrı fikrinin evrimleşme sürecindedir. Sosyal hayattan cinselliğe, ahlaktan ekonomiye, politikadan ticarete, iktidardan aileye insanlığın kendisini biçimlendirme arayışında hangi yollardan geçtiğini ve hangi tuzaklara düştüğünü, nerelerde yanlış yaptığını ve neden “kötü” olduğunu tanrı fikrinin evrimleşme sürecini takip ederek çözebilirsiniz. Tanrı yoktur ama tanrı inancı vardır. Ve tıpkı şiir gibi, insanın imgelem gücünün marifeti olan tanrı fikri gerçekten her şeye kadirdir.
Son olarak Orhan Kemal kendi roman karakterlerini tanımlarken “küçük insanlar” diyor. Siz de aslında Başkalarının Tanrısı ve diğer eserlerinizde “öteki”yi anlatıyorsunuz. Siz karakterlerinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Öteki benim için, yanından geçip gittiğimiz ve görmezden geldiğimiz diğer insanlar kadar, aynı zamanda aynaya baktığımızda görmezden geldiğimiz kendimizizdir de. Benim karakterlerim o yüzden başkaları üzerinden, öteki üzerinden anlatılan hikayeler gibi görünse de aslında okurun bizzat kendisidir.
BİR YAZARA SORDUM: 8 KISA SORU, 8 KISA CEVAP
Satın aldığınız ilk albüm
The Dark Side Of The Moon, Pink Floyd
Son zamanlarda baştan sona dinlediğiniz albüm
KrishnaDas, PilgrimHeart
Sinemada ilk izlediğiniz film
Kezban Paris’te
En sevdiğiniz yazarlardan üçü
Nazım Hikmet, SamedBehrengi, Leyla Erbil
Ezberlediğiniz ilk şiir
Nazım Hikmet, Makinalaşmak İstiyorum
Sizi etkileyen üç kitap
Molloy, Yeraltından Notlar, Sevgili Arsız Ölüm
İzlediğiniz ilk tiyatro oyunu
Kerem gibi, Genco Erkal, Dostlar Tiyatrosu
Gün içinde en çok kullandığınız kelime
Peki.
www.murekkephaber.com