Röporta: Yusuf Çifci
Nazlı Eray'ın Günışığı Kitaplığı tarafından yeniden basılan romanı "Karga Feramuz’un Aşkı" geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı. Editörlüğünü Semih Gümüş’ün üstlendiği Köprü Kitaplar koleksiyonunun 25. kitabı olan "Karga Feramuz’un Aşkı", bir köşkün bahçesinden müze koridorlarına uzanan farklı bir sevdanın izini sürerken çocuk gözünden esrarengiz bir dünya sunuyor.
Romanda kahramanımız Nazlı, seksenlik Karga Feramuz’un, köşkün sahibesine sevdalı olduğunu öğrenir. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin bekçisiyle ve Firavun İskelet’le arkadaşlık eder. Özgür olmak isteyen Venüs, Mısırlı köle ve öteki heykeller, İstanbul’da yaşamak isteğiyle müzeyi terk etmeye karar verirler. Ağlayan Kadınlar Lahti’nden Agrippina da, Erenköy’deki köşkte kendine iş bulmuştur.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Türkiye debiyatında büyülü gerçekçilik akımının öncüsü olarak gösterilen Nazlı Eray ile hem yeni romanı "Karga Feramuz’un Aşkı"nı hem de büyülü gerçekçiliğin aslında ne olduğunu konuştuk.
“Karga Feramuz’un Aşkı” romanınız geçtiğimiz yıllarda Doğan Kitap tarafında yayımlanmıştı. Yakın bir zamanda ise Günışığı Kitaplığı tarafından yeniden yayımlandı. Bu kitabın sonunda kahramanımız Nazlı aşk kavramını öğreniyor. Kitabı bu bakımdan ele alırsak Karga Feramuz’un Aşkı bir aşk romanı mı?
Evet, sayılır. Bu, bir aşk ve tutku romanı. Bir karganın çocukluğundan beri tanıdığı bir kadının yaşlılığına kadar olan devresine âşık oluşunun ve onu devamlı sevmesinin bir romanı. Ama başka türlü bir aşk romanı. Büyülü gerçekçi, doğa ile iç içe, insan yaşamı ile iç içe; küçük Nazlı’nın hayatı, babaannesi Cevriye Hanım’ın hayatı, Cevriye Hanım’ın gençliği, oğulları, Namık Bey ile evlenişi, köşkün tarihçesi, karganın kız kardeşi, ablası ve bence en önemli bölüm de müze. İstanbul Arkeoloji Müzesi…
Roman, arka kapak sunuş yazısında şöyle tanımlanmış: “Karga Feramuz’un Aşkı, Köprü Kitaplar Serisi kapsamında çocuklarla buluştu.” Karga Feramuz’un Aşkı, bir çocuk romanı mı ya da genelleyeyim; sadece çocuklara yönelik bir kitap mı?
Bu kitap çocuklara yönelik bir kitap ama sadece çocuklara yönelik değil, herkese yönelik bir kitap. Karga Feramuz’un Aşkı’nı 60 yaşındaki insanlar okuyup geldi. Onlar çocuk kitabı olduğunu anlamamışlar.
Aslında ben de romanı okurken çocuk kitabı olduğunu anlamamıştım. Romanı bitirdikten sonra çocuk kitabı yazdığını fark ettim. Tabii, bir yandan düşündüğümde de aynı çocuklara yönelik bir kitap.
Ben artık bazı şeyleri ayırmıyorum biliyor musun? Mesela hikâyeyle roman, denemeyle şiir… Bunlar az çok klasikleşmiş şeyler. Edebiyatın bambaşka değişmesi lazım. Çocuk kitabının bazı kriterleri var tabii. Çocuk kitabıyla, yetişkin kitabı, teenager'lar, ergenler için kitaplar bunlar filan aslında karmakarışık bir olay. Çünkü başka bir dünyada yaşıyoruz. Artık bütün edebiyatın normları değişti. Bence bunlar da değişmeli. Roman kavramı değişmeli. Baş, orta son ben de zaten yoktur. Kitaplarımda da yok. Ondan sonra bu eski kurallar yıkılmalı. Eski tarihler, eski şeyler... Bunları kim yapacak ama? Bunları yapmak için bir manifesto gerekiyor.
“SIKICIYSA OKUYUCU O RAMANI OKUMAZ”
Aslında yazdığınız kitaplar bir manifesto niteliğinde. Bu alanda çok önemli işler yaptınız ve yapmaya da devam ediyorsunuz.
Devam ediyorum ve edeceğim. Benim inancım bu. Yani bir mağara adamının mağaraya çizdiği ilk resimle şimdi çizilen bir resim aynı değil. Yani aradan çok şeyler geçmesine rağmen mesela o adam çok özgür. Hiçbir şey onu kısıtlamıyor. İnsan yapıyorsun iki tane gözü olacak diye bir şey yok. İki bacak olmayabilir. Hiçbir şey olmayabilir ve bu akımlar hep yaşandı biliyorsun. Kübizm’de yaşandı.
Yani bu değişimin edebiyatta da yaşanması gerektiğini mi söylüyorsunuz?
Evet, kuralların değişmesi lazım. Onların zamanı çoktan geçmiş. Şimdi internet çağındayız. Internet, WhatsApp, TikTok bilmem ne… Okuyucu sıkıcıysa o romanı okumaz.
Yani aslında edebiyatta putları yıkmanın vakti geldi diyorsunuz anladığım kadarıyla.
Çoktan geldi.
Tekrardan romana dönersek romanda Feramuz karakteri bir karga. Kargaların şöyle bir özelliği var: Hem oldukça uzun yaşıyorlar hem de hafızaları oldukça iyi. Birçok canlı arasından özellikle mi kargayı seçtiniz?
Hayır, özellikle seçmedim. Hakikaten Kalamış’ta öyle bir köşk vardı. Ben orada büyüdüm. Bir ağaç ve orada da bir karga… Yıllar sonra oraya bir apartman yapıldı. Ondan sonra bütün hayatlar değişti. Sokak değişti, cadde değişti, Kalamış değişti. Fenerbahçe değişti. Ama o ağaçta hala bir karga var. Belki o karga Feramuz!
Peki, bu aşk böylesi bir canlı için ağır bir yük değil mi? Kargalar hem unutmuyor hem uzun yaşıyor. Bir yazar olarak bu aşka üzüldünüz mü?
Yahu çok üzüldüm. Yani bu böyle ulaşması imkânsız bir aşk. Bu, Karadeniz'de hani vardır ya kara sevdaya kapılırlar. Ondan sonra bir evin içine girer çıkmaz filan, melankolik ama karga melankolik olmuyor. Karga yine hayatı takip ediyor. Nazlı’yı takip ediyor, müzeye gidiyor. İçine kapanmıyor.
Konuşan iskeletler, firavun, âşık olan kargalar… Bu karakterlere baktığımızda bunlar günlük hayatta rastlayabileceğimiz karakterler değil. Zaten sizin de edebiyata bakışınız bu şekilde değil. Temelden başlamak istiyorum. Siz büyülü gerçekçik akımının Türkiye’deki en önemli temsilcisi olarak gösteriliyorsunuz. Büyülü gerçekçilik akımına mensup yazarlar neden gerçeği olduğu gibi değil de “büyülü” bir şekilde aktarırlar.
Onları bilmiyorum. Carlos Fuentes’i bilmiyorum, Gabriel García Márquez’i bilmiyorum. Fernando Pessoa’yı bilmiyorum, onlar nasıl görüyorlar. Belki doğuştan gözümde böyle bir prizmayla doğmuşum. Çünkü on beş buçuk yaşında bir ortaokul öğrencisiyken yazdığım "Mösyö Hristo" adlı öykü, bir kapıcının güvercin olup Pera’nın üstünde 24 saat uçuşu, yaşlılığı, hayatının muhasebesini yapışı, tekrar yere konuşu… O yaş için, 60’lı yıllar, Fransa’yı düşün; Jean-Paul Sartre var, Luis Buñuel film yapıyor onu koyuyorlar, Albert Camus daha ölmemiş, Tristan Tzara resimler yapıyor. Büyülü gerçekçilik diye bir şey yok. Türkiye’de böyle bir şey hiç bilinmiyor. Fakat okulda onun bambaşka bir hikâye olduğunu anladılar. Ben 16 yaşında bir öğrenciyken yazar olmanın ne olduğunu hissettim. Benim gözümdeki prizma… Ben hayatı öyle görüyorum ama benim hayatım çok normal.
“BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİK TAMAMIYLA DUYGU”
Büyülü gerçekçilik akımını tanımlarken herkes kendi tanımını da yapıyor. Sizin büyülü gerçekçilik tanımınız nedir?
Yüzüklerin Efendisi fantastik, Harry Potter fantastik ben onlardan değilim. Cadılar, gerçek olmayan şeyler başka dünya onlar. Yüzüklerin Efendisi çok güzel, çok başarılı. Arkada büyük prodüksiyonlar… Çok imreniyorum, çok kıskanıyorum ama benim yazdığım o değil. Benimki gerçeğe dayanan bir duyguyu, bir düşünceyi, bir olayı böyle büyülü bir dille örüvermek.
Büyülü gerçekçilikle fantastik arasındaki farklar nelerdir. Biz bir okuyucu olarak bunu nasıl ayırt edebiliriz?
Fantastikte duygu yok, büyülü gerçekçilik ise tamamıyla duygu.
Peki, büyülü gerçekçi romanlarda sihir, büyü, cinler, periler yer alabilir mi?
Alabilir ama onlar bir parça Avrupai, bir parça Anglosakson, bir parça Katolik.
Bu durumda fantastikte bir parça din de var.
Ben öyle görüyorum.
Büyülü gerçekçilik akımının ortaya çıkış noktası olarak Latin Amerika gösteriliyor.
Latin Amerika, tabii. Carlos Fuentes, Gabriel García Márquez Nobel aldı.
Peki, sizce neden bu coğrafyada ortaya çıktı büyülü gerçekçilik akımı?
Onu bilemiyorum. Baskıdandır. Ama ben onların hepsinden önce yazdım. Düşünsene 1960’lı yıllar… Ne Carlos Fuentes var ortada ne Gabriel García Márquez ne Cortázar var ortada. Hiçbiri yok.
Siz büyülü gerçekçilik akımı konusunda Türkiye’ye bir yol açtınız, öncü oldunuz. Sizi açtığınız bu yolda kimler takip etti?
Valla bana “Mavi Anka Ödülü”nü veren o grup herhalde büyülü gerçekçiliği biliyorlar. Başka bilemiyorum büyülü gerçekçi. Var mı? Yok.
Peki, Latife Tekin de büyülü gerçekçi olarak gösteriliyor. Ne dersiniz bu konuda?
Olabilir, tabii ama devam etmedi herhalde. Çok sevdiğim bir dostumdur kendisi.
Son olarak siz Türkiye’de büyülü gerçekçiliğin öncüsü olarak biliniyorsunuz. Varisiniz kim peki? Var mı öyle biri?
Hiç bilmiyorum. Vallahi yetişmedi ama ben herkese el vermeye çalışıyorum. Büyülü gerçekçi yazmak isteyen gençler veya yaşıtlarla çok ilgilenirim. Bana çok telefon ederler, gece telefon bile açtıkları olur. “Şu anda sizi düşünüyorum. Roman kahramanım Zeynep şunu yapıyor.” falan gibi. Mesela İmparator Çay Bahçesi’ni yazarken böyle telefonlar çok alıyordum.
Nazlı Eray'ın Günışığı Kitaplığı tarafından yeniden basılan romanı "Karga Feramuz’un Aşkı" geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı. Editörlüğünü Semih Gümüş’ün üstlendiği Köprü Kitaplar koleksiyonunun 25. kitabı olan "Karga Feramuz’un Aşkı", bir köşkün bahçesinden müze koridorlarına uzanan farklı bir sevdanın izini sürerken çocuk gözünden esrarengiz bir dünya sunuyor.
Romanda kahramanımız Nazlı, seksenlik Karga Feramuz’un, köşkün sahibesine sevdalı olduğunu öğrenir. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin bekçisiyle ve Firavun İskelet’le arkadaşlık eder. Özgür olmak isteyen Venüs, Mısırlı köle ve öteki heykeller, İstanbul’da yaşamak isteğiyle müzeyi terk etmeye karar verirler. Ağlayan Kadınlar Lahti’nden Agrippina da, Erenköy’deki köşkte kendine iş bulmuştur.
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Türkiye debiyatında büyülü gerçekçilik akımının öncüsü olarak gösterilen Nazlı Eray ile hem yeni romanı "Karga Feramuz’un Aşkı"nı hem de büyülü gerçekçiliğin aslında ne olduğunu konuştuk.
“Karga Feramuz’un Aşkı” romanınız geçtiğimiz yıllarda Doğan Kitap tarafında yayımlanmıştı. Yakın bir zamanda ise Günışığı Kitaplığı tarafından yeniden yayımlandı. Bu kitabın sonunda kahramanımız Nazlı aşk kavramını öğreniyor. Kitabı bu bakımdan ele alırsak Karga Feramuz’un Aşkı bir aşk romanı mı?
Evet, sayılır. Bu, bir aşk ve tutku romanı. Bir karganın çocukluğundan beri tanıdığı bir kadının yaşlılığına kadar olan devresine âşık oluşunun ve onu devamlı sevmesinin bir romanı. Ama başka türlü bir aşk romanı. Büyülü gerçekçi, doğa ile iç içe, insan yaşamı ile iç içe; küçük Nazlı’nın hayatı, babaannesi Cevriye Hanım’ın hayatı, Cevriye Hanım’ın gençliği, oğulları, Namık Bey ile evlenişi, köşkün tarihçesi, karganın kız kardeşi, ablası ve bence en önemli bölüm de müze. İstanbul Arkeoloji Müzesi…
Roman, arka kapak sunuş yazısında şöyle tanımlanmış: “Karga Feramuz’un Aşkı, Köprü Kitaplar Serisi kapsamında çocuklarla buluştu.” Karga Feramuz’un Aşkı, bir çocuk romanı mı ya da genelleyeyim; sadece çocuklara yönelik bir kitap mı?
Bu kitap çocuklara yönelik bir kitap ama sadece çocuklara yönelik değil, herkese yönelik bir kitap. Karga Feramuz’un Aşkı’nı 60 yaşındaki insanlar okuyup geldi. Onlar çocuk kitabı olduğunu anlamamışlar.
Aslında ben de romanı okurken çocuk kitabı olduğunu anlamamıştım. Romanı bitirdikten sonra çocuk kitabı yazdığını fark ettim. Tabii, bir yandan düşündüğümde de aynı çocuklara yönelik bir kitap.
Ben artık bazı şeyleri ayırmıyorum biliyor musun? Mesela hikâyeyle roman, denemeyle şiir… Bunlar az çok klasikleşmiş şeyler. Edebiyatın bambaşka değişmesi lazım. Çocuk kitabının bazı kriterleri var tabii. Çocuk kitabıyla, yetişkin kitabı, teenager'lar, ergenler için kitaplar bunlar filan aslında karmakarışık bir olay. Çünkü başka bir dünyada yaşıyoruz. Artık bütün edebiyatın normları değişti. Bence bunlar da değişmeli. Roman kavramı değişmeli. Baş, orta son ben de zaten yoktur. Kitaplarımda da yok. Ondan sonra bu eski kurallar yıkılmalı. Eski tarihler, eski şeyler... Bunları kim yapacak ama? Bunları yapmak için bir manifesto gerekiyor.
“SIKICIYSA OKUYUCU O RAMANI OKUMAZ”
Aslında yazdığınız kitaplar bir manifesto niteliğinde. Bu alanda çok önemli işler yaptınız ve yapmaya da devam ediyorsunuz.
Devam ediyorum ve edeceğim. Benim inancım bu. Yani bir mağara adamının mağaraya çizdiği ilk resimle şimdi çizilen bir resim aynı değil. Yani aradan çok şeyler geçmesine rağmen mesela o adam çok özgür. Hiçbir şey onu kısıtlamıyor. İnsan yapıyorsun iki tane gözü olacak diye bir şey yok. İki bacak olmayabilir. Hiçbir şey olmayabilir ve bu akımlar hep yaşandı biliyorsun. Kübizm’de yaşandı.
Yani bu değişimin edebiyatta da yaşanması gerektiğini mi söylüyorsunuz?
Evet, kuralların değişmesi lazım. Onların zamanı çoktan geçmiş. Şimdi internet çağındayız. Internet, WhatsApp, TikTok bilmem ne… Okuyucu sıkıcıysa o romanı okumaz.
Yani aslında edebiyatta putları yıkmanın vakti geldi diyorsunuz anladığım kadarıyla.
Çoktan geldi.
Tekrardan romana dönersek romanda Feramuz karakteri bir karga. Kargaların şöyle bir özelliği var: Hem oldukça uzun yaşıyorlar hem de hafızaları oldukça iyi. Birçok canlı arasından özellikle mi kargayı seçtiniz?
Hayır, özellikle seçmedim. Hakikaten Kalamış’ta öyle bir köşk vardı. Ben orada büyüdüm. Bir ağaç ve orada da bir karga… Yıllar sonra oraya bir apartman yapıldı. Ondan sonra bütün hayatlar değişti. Sokak değişti, cadde değişti, Kalamış değişti. Fenerbahçe değişti. Ama o ağaçta hala bir karga var. Belki o karga Feramuz!
Peki, bu aşk böylesi bir canlı için ağır bir yük değil mi? Kargalar hem unutmuyor hem uzun yaşıyor. Bir yazar olarak bu aşka üzüldünüz mü?
Yahu çok üzüldüm. Yani bu böyle ulaşması imkânsız bir aşk. Bu, Karadeniz'de hani vardır ya kara sevdaya kapılırlar. Ondan sonra bir evin içine girer çıkmaz filan, melankolik ama karga melankolik olmuyor. Karga yine hayatı takip ediyor. Nazlı’yı takip ediyor, müzeye gidiyor. İçine kapanmıyor.
Konuşan iskeletler, firavun, âşık olan kargalar… Bu karakterlere baktığımızda bunlar günlük hayatta rastlayabileceğimiz karakterler değil. Zaten sizin de edebiyata bakışınız bu şekilde değil. Temelden başlamak istiyorum. Siz büyülü gerçekçik akımının Türkiye’deki en önemli temsilcisi olarak gösteriliyorsunuz. Büyülü gerçekçilik akımına mensup yazarlar neden gerçeği olduğu gibi değil de “büyülü” bir şekilde aktarırlar.
Onları bilmiyorum. Carlos Fuentes’i bilmiyorum, Gabriel García Márquez’i bilmiyorum. Fernando Pessoa’yı bilmiyorum, onlar nasıl görüyorlar. Belki doğuştan gözümde böyle bir prizmayla doğmuşum. Çünkü on beş buçuk yaşında bir ortaokul öğrencisiyken yazdığım "Mösyö Hristo" adlı öykü, bir kapıcının güvercin olup Pera’nın üstünde 24 saat uçuşu, yaşlılığı, hayatının muhasebesini yapışı, tekrar yere konuşu… O yaş için, 60’lı yıllar, Fransa’yı düşün; Jean-Paul Sartre var, Luis Buñuel film yapıyor onu koyuyorlar, Albert Camus daha ölmemiş, Tristan Tzara resimler yapıyor. Büyülü gerçekçilik diye bir şey yok. Türkiye’de böyle bir şey hiç bilinmiyor. Fakat okulda onun bambaşka bir hikâye olduğunu anladılar. Ben 16 yaşında bir öğrenciyken yazar olmanın ne olduğunu hissettim. Benim gözümdeki prizma… Ben hayatı öyle görüyorum ama benim hayatım çok normal.
“BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİK TAMAMIYLA DUYGU”
Büyülü gerçekçilik akımını tanımlarken herkes kendi tanımını da yapıyor. Sizin büyülü gerçekçilik tanımınız nedir?
Yüzüklerin Efendisi fantastik, Harry Potter fantastik ben onlardan değilim. Cadılar, gerçek olmayan şeyler başka dünya onlar. Yüzüklerin Efendisi çok güzel, çok başarılı. Arkada büyük prodüksiyonlar… Çok imreniyorum, çok kıskanıyorum ama benim yazdığım o değil. Benimki gerçeğe dayanan bir duyguyu, bir düşünceyi, bir olayı böyle büyülü bir dille örüvermek.
Büyülü gerçekçilikle fantastik arasındaki farklar nelerdir. Biz bir okuyucu olarak bunu nasıl ayırt edebiliriz?
Fantastikte duygu yok, büyülü gerçekçilik ise tamamıyla duygu.
Peki, büyülü gerçekçi romanlarda sihir, büyü, cinler, periler yer alabilir mi?
Alabilir ama onlar bir parça Avrupai, bir parça Anglosakson, bir parça Katolik.
Bu durumda fantastikte bir parça din de var.
Ben öyle görüyorum.
Büyülü gerçekçilik akımının ortaya çıkış noktası olarak Latin Amerika gösteriliyor.
Latin Amerika, tabii. Carlos Fuentes, Gabriel García Márquez Nobel aldı.
Peki, sizce neden bu coğrafyada ortaya çıktı büyülü gerçekçilik akımı?
Onu bilemiyorum. Baskıdandır. Ama ben onların hepsinden önce yazdım. Düşünsene 1960’lı yıllar… Ne Carlos Fuentes var ortada ne Gabriel García Márquez ne Cortázar var ortada. Hiçbiri yok.
Siz büyülü gerçekçilik akımı konusunda Türkiye’ye bir yol açtınız, öncü oldunuz. Sizi açtığınız bu yolda kimler takip etti?
Valla bana “Mavi Anka Ödülü”nü veren o grup herhalde büyülü gerçekçiliği biliyorlar. Başka bilemiyorum büyülü gerçekçi. Var mı? Yok.
Peki, Latife Tekin de büyülü gerçekçi olarak gösteriliyor. Ne dersiniz bu konuda?
Olabilir, tabii ama devam etmedi herhalde. Çok sevdiğim bir dostumdur kendisi.
Son olarak siz Türkiye’de büyülü gerçekçiliğin öncüsü olarak biliniyorsunuz. Varisiniz kim peki? Var mı öyle biri?
Hiç bilmiyorum. Vallahi yetişmedi ama ben herkese el vermeye çalışıyorum. Büyülü gerçekçi yazmak isteyen gençler veya yaşıtlarla çok ilgilenirim. Bana çok telefon ederler, gece telefon bile açtıkları olur. “Şu anda sizi düşünüyorum. Roman kahramanım Zeynep şunu yapıyor.” falan gibi. Mesela İmparator Çay Bahçesi’ni yazarken böyle telefonlar çok alıyordum.
www.murekkephaber.com