Orhan Pamuk geçtiğimiz günlerde Masumiyet Müzesi'nde düzenlediği bir basın toplantısında Masumiyet Müzesi'ni nasıl kurduğunu ve müzenin ziyaretçi sayılarını açıkladı. Orhan Pamuk'un konuşmasındaki satır başları şöyle:
Biliyorsunuz Masumiyet Müzesi’nin mantığı bir roman ile ilgili. Müzede romandaki kahramanların kullandığı eşyalar, resimler, hayaller ya da onlara koşup onların havasını gösteren şeyler sergileniyor.
İlk başlarda -belki bunu biliyorsunuz- romanı yayımladığım gün müzeyi de açacaktım ve romanımda aslında bir katalog gibi olacaktı. Hani bir müzeye gideriz; müze dükkânında müzenin kataloğu vardır, resimler vardır. Katalogda müzede gördüğümüz eşyaların hakkında bilgi vardır. Öyle bir katalog yapayım ki resim olmasın, müze açıldığı gün müzeye gelenler buradaki küpenin hikâyesi nedir, buradaki sarı sürahinin ya da sarı ayakkabının manası nedir, onu romanda okusunlar diye düşünmüştüm. Yani, müzeyi ilk planladığım zaman açtığım gün bir katalog da yayınlayacaktım ve katalogda Füsun’un küpesi yazacak, ne olduğunu anlatacak ama bu katalog metinlerini eşyanın ne olduğunu anlatan metinleri öyle bir şekilde sıraya dizecektim ki okuduğumuz bir roman gibi olacaktı. Müze binasını daha romanı yazmaya başlamadan evvel aldım. Neden çünkü müze binası kahramanlarımın nasıl bir mahallede nasıl bir semtte oturduğunu bana ima edecekti. Füsun’un ailesi burada oturuyor. Eğer onlar daha yukarı sınıf daha zengin bir aile olsaydı bütün roman değişirdi. Onun için ana hatlarıyla romanı biliyordum: “Bir adam bir kadına öyle âşık olur ki sonra hikâyenin sonu kötü biter, acıklı biter. Adam da aşkı ile ilgili her şeyi toplamıştır takıntı yaptığı için. Sonra onları bir yerde sergiler.” Bu fikri muhafaza ediyordum ama âşık olacağı kız hangi sınıftan, ne iş yapar karar veremiyordum. İlk başlarda hayatımın bir kısmını geçirdiğim Nişantaşı’nda aradım. Oraya benim param yetmeyeceği için âşık olunan kız daha fakir bir aileden olacaktı. Nitekim de onun fakir aileden olması da hikâyemizi de biraz belirledi. Biraz aşkımıza sınıfsal boyut kattı. “Türkiye’de müzelere Türkler gitmez, bari turistler gelir belki.” diye Sultanahmet’te aramadığım yer kalmadı. Keza Galata Kulesi civarında da. Galata Kulesi’ne gelenler buraya da gelsinler diye… Sonra orayı bir türlü içime sindiremedim; birazcık da turistlerin ayağına ben o kadar gitmeyeyim, onlar benim ayağıma gelsin gibi düşünceler ile bu binayı aldım.
MASUMİYET MÜZESİ ROMANINI YAZMAM UZUN SÜRDÜ
Mimar İhsan Bilgin ile biraz çalıştık. Sonra romanı yazmaya başlamadan evvel yine çalıştık, sonra romanı yazmaya başladım. Romanı yazmak uzun sürdü. Derken roman ile birlikte epey ilerleyince müzeyi yapmaya başladım. Bir noktada romanı yazdım ama binanın yapımı çok yavaş gidiyordu. Bir müze yapmak aslında bir ev yapmak gibi. Hepimiz biliriz, şuraya bir oda daha yapayım dersin; işte duvarcı gelmez, betoncu gelmez boyacı gelmez, marangoz vaktinde gelmez… Hep gecikiyordu. Ben, “Buna sinirimi bozmayayım, romanımı çıkarayım, belki daha iyi olur roman meşhur olur para da kazandırır, ondan sonra da müzeyi açarız diye düşünüyordum.” Bu arada romanın tam ortasında iken Nobel Edebiyat Ödülü’nü almam da bana başarıya ulaşmamı kolaylaştırdı. Romanı yazarken ortasında Nobel alınca daha da bir şevkle müzeyi ve romanı bitirmeye karar verdim. Gene paramız vardı da gene marangoz ya da boyacı vaktinde gelmiyordu. Sonra 2008 yılında İstanbul, Avrupa Kültür Başkenti oldu. Devlet de benden bir şey yapalım birlikte, dedi. Bana farklı davrandı siyasi sorunlar olmasına rağmen. Vakıf olduk. Masumiyet Müzesi’nin sahibi ben değilim Masumiyet Vakfı’dır.
Müzemiz bilet fiyatları ile ayakta duruyor, hatta kar ediyor. Bu karı ben cebime atmıyorum. Mesela bu yıl olduğu gibi müzeyi geliştiren yeni kutular yapıyorum. Başka gene müze ile ilgili ya da başka sanatsal işlerle ilgili yeni kutular yapıyoruz. Kutuların replikalarını yapıyorum. Vakfımız da kar ediyor.
“CEBİMDEN PARA KOYDUM”
Masumiyet Müzesine ben başta açılana kadar kendi cebimden para koydum ama açıldıktan sonra Masumiyet Müzesine cebimden hiç para koymadım. Bununla da övünüyorum. Müzemiz dünyadaki kendi yağı ile kavrulan, yani bilet parasını müze dükkanından elde edilen para ile ayakta duran ve bütün elamanlarının maaşını çıkaran bir müze. Herhangi bir yerden de destek görmüyoruz. Başlarda bir iki yerden destek gördük, onlara teşekkür ettik.
10 YILDA 258 BİN ZİYARETÇİ
Birazcık rakamlardan söz etmek istiyorum: Müzeye 10 yılda 285 bin kişi gelmiş, 300 bin kişi diyelim. Senede 30 bin kişi ki 2020 ve 2021’de rakamlar korona virüs yüzünden düştü. Müzemiz bir yıldan fazla kapalı kaldı. Ona rağmen 300 bin kişiye ulaştık. Bu sene rakamlarımız daha da yüksek, çok memnunum müzemin gördüğü ilgiden. Hiçbir reklam, özel bir şey, tanıtım yapmıyoruz. İnterneti tabii ki kullanıyoruz, Twitter’dan bir şeyler yapıyoruz ama müzemizin ünü gelenlerin etkilenmesi sayesinde oluyor. Gelen bir başkasına gittin mi diyor, öyle ağzından ağıza yayılıyor.
Bu gelen 300 bin kişinin şu andaki rakamlarına bakarsam 150 bini yerli, 135 bini ya da 140 bini de yabancı. Bir de kitapla gelenler de var. Onları da ayrıca anlatmak isterim ama aşağı yukarı müzemizi ziyaret eden ziyaretçilerin sayısı yarısı yurt dışından. Unutmayayım ki benim kitaplarım 64 dile çevrildi. Ben müzeyi yaparken acaba buraya kim gelir, diyordum. Kendimi iyimser tutmak için şöyle diyordum: Kitap okuyanlar, bu kitabı sevenler gelirler. Beni en çok şaşırtan şey, bu 300 binin yalnızca 36 bin kişisi kitaptaki bedava bileti kullanmış. Onların bazıları da tam geldikleri sırada kitap alıyor. Bir tane kitap alayım, onun içerisinde bilet varmış, gireyim sonra da kitabı okurum, diyor. Belki de sonra okumuyor kitabı. Oradan da bir indirim yaparsak -ki epey bir miktarda sanıyorum- 25 bin kişi cebindeki kitabın içerisindeki biletle gelmiş. Şunu da yapalım: 2’ye ayıralım çünkü yarısı yabancı dedik, demek ki 12 bin Türk vatandaşı. Kitabı Türkçe okuyan 12 bin kişi 300 bin kişiden yalnızca Türkçe kitabı okuyup “Aa bunun içinde de bedava bilet var, bunu da alayım bedava gezeyim.” diyen yalnızca 12 bin kişi. Burası beni çok büyülüyor.
“EN ÇOK SATAN KİTABIM, EN ÇOK SEVDİĞİM KİTABIM DEĞİL”
Hâlbuki bu kitap şu anda 460 bin Türkçe kopya sattı ya da milyona yakın. Şu ara Türkiye’de en çok satan kitabım -benim burada bunu söylememem lazım- benim en beğendim kitabım da değil. Ha ama müze fikrini beğeniyorum. Nasıl yaptım, buna ben bile şaşırıyorum. O halde şunu görüyoruz: 460 bin tane kitap satmış Türkiye’de, 12 bini gelmiş buraya demek ki. 450 ya da 448 bin tane kitap var Türkiye’de kütüphanelerde, evlerde ama onlar buraya gelmiyorlar. Onların ne kadar kitap okuduğu orası gerçekten ilginç bir bilgi var. Bu müzeyi yaparken annem gibi her zaman biraz kötümser olanlar “Ya Türkler müzeye gitmez” diyordu. Evet, öyle bir şey var ama onu değiştiriyoruz.
Biletimize bazıları şikâyet ediyor ama fiyatımızın uygun olduğunu düşünüyorum. Bir zamanlar bu fark çok değildi. Ne yazık ki yerli tam bilet ile yabancı tam bilet arasında çok büyük bir fark oluştu. Bu da Türk parasının çok düşmesi ile ilgili. Dünyaca ünlü bir yayınevinin başındaki bir adam -benim yayınevim değil- dostane bir şekilde ziyaret ettikten sonra bana demişti ki: “Orhancım müzene gittim, çok düşük fiyat. İstediğin fiyat 5 dolara geliyor, 7 dolardan aşağı düşürme, yakışmaz.” Dedi. Bizim de kuralımız yabancı tam 7 dolardan aşağı düşmemektir fakat Türk parası düştükçe düşüyor. O paraya kimse gelmez. Böylelikle makas açılmaya başladı. Bu müzeyi yaptıktan sonra dünyada gezmediğim ve Avrupa da gezmediğim müze kalmadı. En son Barcelona’da GAP mimarı Gaudi’nin yaptığı bir müzeleşmiş evi gezerken orada da aynı şeyi gördüm ama Avrupa Birliği kurallarına uygun değil. Ne yapıyorlar onlar? Onlar da bir tam fiyat var ama Barcelona otobüs kartını taşırsan yarı fiyat indirim yapılıyor. Bir şekilde etrafından dönmüşler. Biz de onu yapıyoruz.
“BU MÜZE SAYESİNDE MÜZECİ OLDUM”
Bu müze sayesinde bir çeşit müzeci oldum. Dünyada görmediğim müze kalmadı. Kitaplarımı tanıtmak için gezdiğimden, her gittiğim yerde müzeleri görmek istediğimden, ünlü bir yazar olduğum için müze müdürleri bana bütün müzelerin problemlerini anlattığından, müzecilik çok ince bir iş bunu gördüm. Vakıf olunca bol tarafından paralar israf ediliyor. Hâlbuki biz dikkatli bir şekilde kontrol ediyoruz. Her şeyi nispeten ucuza çıkarmaya çalışıyoruz. Bu müzeyi açarken şöyle dedim kendime: “Gençliğinde roman mı yazacaksın kim okur be senin romanını, derlerdi aynı şekilde müze mi yapacaksın kim gelecek abi senin müzene? Hadi belki roman okumuş olanlar gelsin. Öyle olmadı. Tekrar söylüyorum romanı okumuş olanlar devede kulak. Kim geliyor o zaman buraya?
Biraz bu konuda konuşmak istiyorum. Buraya insanlar neden geliyorlar? Büyük bir çoğunluğu, yüzde 85’i romanı okumamış ama buraya geliyorlar ve gidip sonra söylüyorlar ve gene geliyorlar. Pek çok kategori var. Türk vatandaşı olmayan ziyaretçiler de okumamış geliyor. Öyle ki böyle her şehrin web siteleri var, İstanbul’a gidince görmen gereken yerler… Yok Ayasofya, Topkapı biz de bu listelerde övünerek söylüyorum ilk 10’a giriyoruz. Yani İstanbul’da gittiğince yapılacak şeyler Topkapı’ya gidiyor, Ayasofya’ya gideyim, bizim bu amatör müzemize geliyor. Amatör de değil profesyonel olarak da çalışıyor ama amatörcü bir heyecan ile kurduk.
Masumiyet Müzesi Ziyaret Saatleri
Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma, Cumartesi, Pazar: 10.00-18.00
Masumiyet Müzesi sadece Pazartesi günleri ve ayrıca her yıl 1 Ocak'ta, Ramazan ve Kurban Bayramlarının ilk günlerinde kapalı olacaktır.Masumiyet Müzesi Giriş ÜcretiBilet Ücretleri: Tam (T.C. Vat): 75 TL, Öğrenci: 40 TLSesli Rehber / Rehberli Tur: 10 TLKaynak: www.murekkephaber.com