(Gordon Graham’ın “Philosophy of The Arts” adlı eserinden...)
Çev.: Bilgin Güngör
…Bazı filozoflar sanatı değerli kılan özel şeyin zevkin(yani “estetik zevk”in) ayırt edici bir çeşidi olduğunu düşünmüşlerdir. Söz gelimi Polonyalı düşünür Roman Ingarden, “estetik zevkler”in değişik bir karaktere sahip olduğunu ve iyi bir yemekten, temiz bir havadan veya eğlenceli bir duştan alınan zevklerden farklı bir biçim içerisinde meydana geldiğini dile getirir.
Peki bu zevk ne olabilir? Güzelliğe eşlik eden zevktir elbette... Antik Çağlar’dan bu yana gözlemlenmiştir ki, bir şeyi güzel olarak betimlemek ve o şey tarafından zevkle etkilendiğimizi inkâr etmek birbiriyle çelişik görülür. Aynı şey, herhangi bir kişisel değerlendirmeyi veya fikri ihtiva etmeden kullanılan kavramın geniş bir ölçeğinde doğru olamaz. Renk kelimeleri de buna benzer. İnsanlar sıklıkla bir rengi diğerine tercih edebilir ve hatta sevdiği rengin hangisi olduğunu dile getirebilir. Ama biz renk kelimelerinin tek başına kullanımlarından bunu anlayamayız. Eğer biz bir elmayı “kırmızı” olarak tarif ediyorsak, siz, benim onu bir şekilde sevdiğimi çıkarımsayamazsınız. Ben belki de sadece yeşil elmayı severim. Ama ben o elmayı güzel bir elma olarak tarif ediyorsam, siz hemen bana “pozitif bir gözle o elmaya baktığımı” söyleyebilirsiniz.
Biz, bizi ilgilendiren şeylerin olumlu bir itibârını kendimize nakşetmeksizin, “kırmızı” veya “yeşil” gibi renk ifâde eden kelimeleri kabul etmemize rağmen, bir şeyi güzel olarak tarif ettiğimizde otomatikmen o şeyi övmüş; aksi durumda da yermiş oluruz. Fakat bu durum, önemli bir soruyu ortaya koyar: “Kırmızı” veya “yeşil” gibi saf bir şekilde betimleyici olan terim ile “güzel” gibi değerlendirici olan terim arasındaki ilişki nedir?
Filozofların geniş ölçekte tartışmış olduğu iki yol vardır. İlki ilişkinin yalnızca öznel olmasıdır. Yani, kırmızı ve yeşil gibi kavramlar elmanın gerçek özelliklerini tanımlamasına rağmen “güzel” kavramı, onu duyumlayan insanla bağlantılı bir şeydir. Bu, “güzellik ona bakan gözlerle bağlantılıdır” deyişinde somutlaşmış olandır ve tamamen Hume’ün savunduğu görüştür: “Gerçek güzelliği ya da gerçek çirkinliği aramak, gerçek tatlıyı ya da gerçek acıyı aramak kadar faydasız bir sorgulamadır.”
Şimdi, böylesine bir görüşe iki temel itirâz vardır. İlki Hume’un İskoç çağdaşı Thomas Reid’in ona karşı getirmiş olduğudur: Eğer “bu güzel bir kırmızı elmadır” cümlesi “ben bu elmayı severim/seçerim/değerlendiririm/öneririm” anlamına gelirse, niçin sâdece onu söyleyemem? Öteki itiraz ise şudur: Eğer güzellik yargıları saf bir şekilde öznel ise, niçin herhangi bir kimse onlar hakkında tartışmaktan ötürü sıkılır? “De gustibus non disputandım” der eski bir Latin. Bu şu anlama gelir: “Zevkler üzerine tartışma olamaz.” Eğer ben, sizin sevmemenize rağmen avokadoyu sevdiğimi söylersem, bunu nasıl tartışacağız? Ben avokadoyu sevmek için sizlere sebeplerimi söyleyemem; siz de aksini iddia edemezsiniz. Ama güzelliğin yargıları söz konusu olduğunda, insanlar onu tartışabilir. Resim ve heykel satın almanın patrik amaçlarını irdelemek için, çiçek rekabetlerini yargılamak için, moda ödüllerini dağıtmak için, öğrencileri ödüllendirmek için onlar tartışmaya ihtiyâç duyarlar. Biz ödülü en güzel çiçeklere vermek isteriz, yarışmada tepede olan en güzel resmi seçmek isteriz, en güzel müzik parçasını satın almak isteriz, vs.
Bu itirazlarla karşılaşıldığında, güzellik hususunda öznelci tutum sergileyenler yenilgiyi kabul etmek istemezler. Fakat onların yapması gerekli olan şey bir “hata teorisi” olarak dile getirilen şeyi kendi hesaplarına eklemeleridir. Eğer onlar öznel bir şekilde güzellik ifâdelerini yorumlamak isterlerse, düzenli dil ve pratiklerin niçin hata içerisinde olduğunu açıklamaları gerekir. Niçin insanoğlu -yanlış bir şekilde- güzellik hakkında “nesnelci” bir yol üzerinde konuşmayı sürdürüyor? Niçin onlar, son tahlilde, basit tartışmalardan hiç de daha fazla bir ifâdesi olmayan çekişmeyle meşguller? Niçin onlar herhangi bir rasyonel getirisi olmayan bir tartışma içindeler? Açıkgöz bir felsefeci, felsefî bir şekilde bu sorulara cevap vermek isteyebilir, ama hemencecik cevap vermek çokça arzulanabilir bir şey değildir. Başka bir ifâdeyle, bu şekildeki bir “hata teorisi” ihtiyacı, nesnelcilere güzellik hakkında doğal bir avantaj sağlar.
Tüm bunlara rağmen, iki önemli güçlükle karşılaşılır. İlki, özellikle insanların güzellik yargıları hususunda anlaşmaz durumda olmaları üzerinden vuku bulur. Eğer güzellik, bir şeyin rengi gibi objektif bir unsur ise, bu kadar anlaşmazlık nedendir? Dahası, böyle bir anlaşmazlık salt bireyler arasında bulunmaz, bireylere ek olarak devirler ve kültürler arasında da bulunur. Farklı kültürler farklı güzellik fikirlerine hâizdir ve bu fikirler de zamanın geçmesiyle değişir. Gerçekten de eğer güzellik ve çirkinlik, bunları içerisinde bulduğumuz nesnelerin gerçek özellikleri ise(örneğin bizim o nesnelerden keşfettiğimiz kimyasal özellikler), zamanın ötesinde, düşüncenin istikrarlı bir durumu neden ortaya çıkmaz? İkinci bir itiraz ise şudur: Herkes, güzelin çekici; çirkinin ise itici olduğu hususunda hemfikirdir. Yani, güzel ya da çirkin olabilen bir şeyi yargılamanın önemli bir tarafı, nesnenin kendi doğasından değil, nesnenin kendisinden etkilenen insana bağlıdır. Ancak nesnel bir özellik tek başına nasıl bizi harekete geçirmeye yeterli olabiliyor? Gerçekten de, nesneye bağlı olan herhangi bir özellik için, şevk ve kayıtsızlık ile işbu özelliğe bakabiliriz.
Bu ikinci itiraza, “güzellik”in kırmızı yahut yeşile indirgenemeyeceğini kabul ederek cevap vermek şöyle mümkündür: Güzellik, daha çok temel betimsel özelliklerden alımlanır(“suçlu” yahut da “masum” kavramları için öne sürülebileceği gibi). Bir şeyle suçlanmış birisi gerçekten ya masum ya da suçludur. Bir insanın suçlu olup olmadıklarına inanmak, çoğu insan için yeterli değildir. Ama şuçluluk ve masumiyet gözle görülebilecek özellikler de değildir. Onlar, gözle görülebilen araştırmalara dayalıdır. Güzellik yargılarının doğruluğu da aynıdır; herhangi birisi, bir şeyin güzel olduğunu iddia edebilir. Güzellik, “daha yüksek düzey”de bir özelliktir, tabiri câizse varlığı doğrudan doğruya gözlemlenebilen bir unsurdur.
Bu cevâbın zorluğu, her şeye rağmen analojinin inanılması zor olan karakteristiğinde yatar. Suçluluk yahut masumiyet durumunda, hukuk bize bazı prensipler(kanunlar) sağlar. Ama güzelliğin uygun yasaları yahut da prensipleri var mıdır? Bu hususta hiç bir şey söylenemez. İstersek biz, “güzellik”, “trajedik” gibi estetik özelliklerin “kırmızı”, “yeşil” gibi estetik-olmayan özelliklerden alımlandığını söyleyebiliriz; ama bu alılmamaları geçerli kılan şeyi de tartışmak zorundayız…
murekkephaber.com