M. Yücel ÖZTÜRK yazdı.
Edebiyat ve politik duruş/ideoloji arasında daima dirsek teması vardı, hala var... Olmaması mümkün değil. Sthendal’in “roman”ı sokağa tutulan bir ayna olarak tanımladığını düşünürsek; özelde romana genelde edebiyata sokaktaki her şeyle birlikte politika/ideoloji de giriyor. Girsin. Sıkıntı burada değil. Bir okur olarak benim sıkıntım şu: Ülkemizde “sağdan sanatçı çıkmaz” ezberiyle ve “sanatçının bu devrimci tavrını alkışlıyorum” sloganıyla edebiyatın haksızlığa maruz bırakıldığını düşünüyorum! Bunu epeydir düşünüyordum. Lakin bu yazıyı kaleme almamdaki bir etken de Prof. Namık Açıkgöz’ün Mürekkephaber’de yayımlanan yazısı. Açıkgöz, belli bir ideolojiye sahip insanların dergi çıkarma serüvenlerini anlatıyor, tanıklıklarını aktarıyor ve bir yerde “onların” sanattan hala anlamadığını dile getiriyor. Anlayanların zamanla “içdevrim”e maruz kalıp uzaklaştığını ifade ediyor. Burada bir noktanın eksik bırakıldığını düşünüyorum: İdeolojilerin (sağ ve sol / devrimci ve ülkücü) bir yanında dışa dönük, kavgaya mail ve münakaşacı kişiler varken öbür yanında görüşünü his, fikir, ruh potasında eritip sanat kaygısıyla okuyan-yazan şahıslar vardır. (Kavga kelimesiyle bir suçlama yapmıyorum; burada sokak dövüşünden slogan üslubuna kadar her şey bulunuyor. ) İlk grupta yer alanlar baskın gelirse elbette o taraftan yetkin bir sanat çıkmaz. Fakat bu durum, topyekûn bir suçlamanın sebebi olmamalıdır. Buradan hareketle –yine bir okur olarak- beni rahatsız eden diğer bir bakış açısı şu: Bir tarafı eserine ideoloji katıyor diye yermek/hırpalamak; diğer tarafı övmek/yüceltmek…
İnci Enginün Hoca, Emine Işınsu`nun “Çiçekler Büyür” romanını methettikten sonra aslında Emine Hanım`ın iyi bir gözlemci olduğunu, yer yer unutulmaz tasvirler yaptığını fakat çoğu zaman bir yorum veya isim sebebiyle belli bir görüşün yazarı haline geldiğini ve hak ettiği ilgiyi görmediğini söylüyor. Bu bana çok acı ve garip geldi: Işınsu`nun teyzekızı olan Pınar Kür`ün bir ideolojik tavrının olmadığını kim söyleyebilir? (Örnek: “Yarın Yarın” romanı.) Biri sağdan esiyor, biri soldan… O halde sanki Işınsu’nun ideolojisi sanatçısını öldürüyor, diğerleri besliyor; öyle mi?! (Gerçi Fethi Naci “Yarın Yarın” romanını karakter oluşturma açısından beğenir, devrimle ilgili söylemlerini ise beğenmez. Ama Pınar Kür’ü belli bir görüşün yazarı olarak değerlendirmez.) Sevgi Soysal, Oya Baydar, Adalet Ağaoğlu gibi kadın yazarlar illa ki romanlarına bir politik tavrın penceresinden bakıyorlar. 12 Mart dönemini iliğine kadar anlatıyor Soysal! Onu görüşü sebebiyle okunmaz bulmak ne kadar abes ise “Çiçekler Büyür”de dış Türklerin zor yaşamını çarpıcı şekilde anlatan Işınsu’nun da ideolojisi yüzünden göz ardı edilmesi pek de hakkaniyetli değil.
"Bir taraftan" sanat veya sanatçı çıkmaz diye bir şey yok. Bu konuda en dikkate değer örneklerden olan Sevinç Çokum; Tarık Buğra ve Behçet Necatigil gibi farklı sanatçılar tarafından yazmaya teşvik edildi, hikâyeye 70’li yıllarda başladı. Zamanla "Hilal Görününce”, “Bizim Diyar”, “Ağustos Başağı" adlı tarihi/milli romanlarıyla ülkücüler tarafından çok okundu ve övüldü; diğerlerince zaten faşist bir tavır olarak algılandığından hiç dikkate alınmadı. Attila İlhan "Aslında Sevinç Çokum iyi bir yazar ama..." diyerek başladığı cümlesinde edebiyattaki gruplaşmaları az da olsa eleştirdi. Sonra ne oldu? 2000 yılından sonra Sevinç Hanım ironik/eleştirel/hesaplaşmacı romanlar yazdı. Kimse, Tren Burdan Geçmiyor`u okuyup da buradaki Beyoğlu`nu çoğu solcu kalemin yazamadığını söylemedi... Öbür yandan da cinselliğe yer verdi diye eski okur kitlesince biraz ayıplandı! Bakın Selim İleri, Radikal Kitap’ta onun için ne anlatıyor:“1972`de Behçet Necatigil, “Eğik Ağaçlar”ı okumamı salık vermişti. Sevinç Çokum`u `sağcı` yazarlar arasında sayıyordum. Okuyamayacağımı söyledim; usta Necatigil`den okkalı bir azar işitmiştim. Bu böyle uzun süre sürdü gitti. Bir gün “Gece Kuşu Uzun Öter”i okuyunca, başa döndüm, taa “Eğik Ağaçlar”a. Çok önemli bir hesaplaşma yazarıyla yüz yüze geldiğimi biliyordum artık. Sağdı soldu derken, Sevinç Çokum`a ne denli haksızlık yapıldığını da." Görülüyor ki sanata ve sanatçıya niteliğine göre değil, dünya görüşüne göre kıymet biçmiş, yer belirlemişiz! Buraya bir de Çokum’un sözlerini almakta fayda var: “Tarık Buğra ülkücü değildi. Ülkücülük onun zamanında yoktu ama Tarık Buğra’ya da faşist dediler. Bunu benim yanımda zikretti, “ Bana faşist diyorlar. “ dedi. Enteresandır, üzülmüş; çünkü faşist değildi. Ben de faşist değilim. Sadece yurtsever, vatansever bir insanım. Halkın içinden, Beşiktaş’ın çarşısından gelmiş biriyim.”
100 temel eser listesi yenilenip de Bahaeddin Özkişi listeye dâhil edilince, Ahmet Hakan Coşkun sağdan bir yazara torpil yapıldığını ima ederek “Kim bu Bahaeddin Özkişi?” diye soruyor. Emre Aköz’ün kayınpederi de bu yazıya çok bozuluyor; damadına bir not verip bunu Ahmet Hakan’a iletmesini söylüyor. Bir zaman sonra Ahmet Hakan şöyle yazıyor: “Özkişi bana tanıtılmadı! Ayrıca unutmayalım ki her alanda olduğu gibi edebiyat alanında da "Hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır" durumu var. Yani mazurum efendim. Ama her şeye rağmen ‘Mazeret kabul etmeyiz’ derseniz, o zaman inat etmem, özür dilerim!”(Sabah, 02/09/2004) Bir zamanlar Tanpınar’ın “Devam et, sen on Sait Faik edersin.” diyerek desteklediği bu yazar acaba sağcı olarak tanınmasaydı, aynı akıbete uğrar mıydı?..
Not: Sağla ve solla derdim yok. Sanatın sırf sağa veya sola (aslında genellikle sola) ait bir şeymiş gibi algılanmasından rahatsızım. Vüs’at Bener’e kulak verenler Rasim Özdenören hikâyelerine de bir bakış atmalı. Atsız romanlarıyla büyüyen gençler bir de Yaşar Kemal’in Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana romanını okuyup savaşın çirkin yüzünü de görmeli. İnsanlar dünya görüşüne göre sanattan anlar veya anlamaz diye de bir şey söz konusu olamaz. Yani Fethi Naci gibi, sağda en çok okunan adam Ahmet Günbay Yıldız’mış diye onun romanlarını incelemeye tabi tutar da sonra sağ görüşlü yazarlardan illallah etmeye kalkarsak bir arpa boyu yol alamayız.
murekkephaber.com