İlkçağdan günümüze gelmiş geçmiş ve tarih sayfalarındaki yerini almış olan ve halen hayatta bulunan lider, sultan, yönetici, kral, imparator, dini lider ve modern dönemlerde siyasi parti lideri gibi unvanlarla anılan kişilere yönelik övgü ve methiyeler o günlerden bu günlere artarak devam etmiştir.
İlkçağda, kral ya da o konumda bulunan lidere yönelik iltifat, methiyeler ve bağlılık gösterileri sadece sevgi ve bağlılığın değil biraz da zorunluluğun eseriydi. Öyleki; Antik Mısır’da, Mezopotamya medeniyetlerinde, Antik Yunan’da ya da ilerleyen dönemlerde bu bölgelerde devam eden diğer medeniyetlerde lider kültü üzerinde şekillenen saygı gösterileri kimi zaman onların yarı tanrı oluşları ya da doğrudan tanrılaşması serüveni ile son bulmalarına neden olurdu.
Bu konuda tarihte bilinen ilk örnek, Akad Kralı Naram-Sin’dir. Mezopotamya’nın bilinen ilk imparatorluğu olan Akadlar tarihte ilk daimi orduyu kurmak gibi bir tarihi öneme de sahiptir. Kurucu kral Sargon’un torunu olan Naram-Sin (Sin’in gözdesi) şehrini tehdit eden saldırılara direnir ve dokuz savaş yapmak zorunda kalır. Zorlu bir mücadeleden sonra başarılı olunca ve Naram-Sin zafere ulaşınca, Akad yurttaşları tanrılardan onu kentin koruyucu ilahı yapmalarını diler ve bir tapınakta ona tapar. Önceki hükümdar çoğu kez kendilerini tanrıların çocukları olarak nitelendirirken, bizzat hükümdarın gerçekten tanrılaştırılması Naram-Sin’le başlar. Bu tarihten sonra “dünyanın dört bucağının kralı” unvanını da taşıyan Naram-Sin, kendi adına dikilen ünlü dikilitaşında artık boynuzlardan yapılmış bir taçla yer alır.1
Antik Mısır’da Firavun’a yönelik kullanılan isim ve tanımlamalar onu ilişki içinde bulunduğu tanrıların elçisi onlar adına iş yapan ve dünyada düzen sağlayan, varlığın kaynağı olan gibi tanımlarla meşrulaştırmıştır. Tapındığı ve güç aldığı tanrı adına iş yapmak Firavunu meşrulaştırdığı gibi yönettiği kitle üzerinde de kendi saygınlığını artıran bir etkendi. İlerleyen yıllarda Mısır Firavunları da artık tanrılar adına iş yapmayı bırakıp liderliklerini tanrısal özelliklerle bezeyerek kendilerini birer tanrı ilan etmiş ve halka kabul ettirmişlerdir. Örnek olarak; Firavun IV. Tutmosis’in oğlu olan III. Amenhotep kendisine “göz kamaştırıcı Aton” adını taktı ve Atum, Ra ve diğer tanrıların bedenleşmiş biçimi olduğunu ileri sürerek kendisini tanrılaştırdı. Ölümünden sonra oğlu Ahenaton ona tapmayı Aton kültüyle kaynaştırdı.2
Bu konuda, olağanüstü övgülerle anılan ve bu övgü dolu sözcüklerin yazılı olduğu Latince kitabelere pek çok antik kentte rastlanan Roma İmparatorları da en önemli örneklerdendir. Cumhuriyetten, imparatorluğa evrilen süreçte, geçmişte kutsal makamlara atfedilen unvanlar artık tanrılaştırılan ve saygı sözcüklerinin artarak kullandığı imparatorlara dönük kullanılmaya başlandı. Pek çok imparatora “Pater Patriae” (anavatanın babası), “Pontifex Maximus” (en büyük rahip) ve en ünlüsü Octavius’a3 hitaben “Imperator Caesar Divi Filius” (ilahlaştırılmış olanın oğlu komutan Sezar) şeklinde hitap edilmesidir.4
Antik dönemde bu boyutlarda övgülere ve unvanlara mazhar olan liderlik kültü, ilerleyen yıllarda özellikle tek tanrılı dinlerin çoğalması ile yerini daha dünyevi övgülere ve unvanlara bırakmıştır. Öyle ki; Tanrının oğlu, tanrının elçisi kral/lider den, artık tanrının hizmetkarı olan ancak halkının olağanüstü özelliklerle bezenmiş lideri konumuna gelen kişiliklere dönüşmüştür.
Yönetilen halkın, özellikle antik dönemde köleler ve askerler başta olmak üzere diğer halk kitlelerinin çok da bir söz söyleme hakkı olmaması ve lidere mutlak itaat gerektiğinden bu kültü yüceltmek ve onu övmek doğaldı, ilerleyen yıllarda tanrısal vasıflardan sıyrılan lider artık daha farklı şekilde övülmekte ve yüceltilmekteydi.
Doğu Roma İmparatorlarının kullandığı, Kosmokrator (dünyanın hakimi), Kronokrator (zamanın hakimi) gibi unvanlar ve övgülerin yanında, İslam dünyasının imparatorluklarında da benzeri övgü ve kudret ifadeleri görülmeye başlanmıştır.
Genceli Nizami’nin, Mahzen-i Esrar adlı eserinde, 1071 Malazgirt Savaşı sonrası Erzincan ve çevresinde kurulan Mengücekoğulları Beyliği’nin “Sultanı/Beyi” “Melik Gazi Fahrettin Behramşah”a atfen yazdıkları, lidere övgünün İslam devletlerinde önemli bir örneğidir. Nizami, Behramşah’a şöyle seslenir;
“Altı bucağın, yedi feleğin padişah’ı, dokuz dairenin merkezi, şahların başbuğ’u, sonsuz bilgisiyle cihanın en ünlüsü, savaş günlerinin kahramanı, insanlık mayasının şerefi, dünya gözünün ışığı, sultanların sığınağı, şahlara taç veren, sultanları tahta oturtan.”5
Bu örneğin dışında tabii olarak pek çok örnek vardır. Şehinşah (şahların şahı) unvanı pek çok İslam hükümdarına halkı tarafından yakıştırılan ve kullanılan bir unvan olagelmiştir. İslam dünyasının koruyucusu ve kurtarıcısı olma şerefine erişmiş liderler vardır ki, onlara halkının en büyük övgüsü şüphesiz “Allahın yeryüzündeki gölgesi” payesidir. Bu konuda Osmanlı tarihi çok önemli bilgi ve belgelere ev sahipliği yapmaktadır.
Şair Baki (1526-1600) divanında çokça örneği olan bu övgü dizisinin en önemli örneklerinden birisi şüphesiz Sultan III. Murat Han’a söyledikleridir. Şair bir beyitte, sultan III. Murad Han’ın “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, devrinin doğru ve dürüst hükümdarı, din ve devlete sahip çıkan, izzet ve ikram eden bir padişah” olduğunu belirterek padişahın bu yönüne işaret etmektedir:
Sâye-i Yezdân penâh-ı dîn ü devlet Hân Murâd
Dâver-i devrân mu’izz-i saltanat Sultân Murâd
“Padişah, ilim sever ve kerem sahibidir. Sonsuzluk nurlarının ışığı, Allah‟ın lütfunun bir gölgesidir.” Böylece şair, padişahın ilim sever ve cömertliği yayan, karanlıkların ışığı ve Allah‟ın yeryüzündeki gölgesi, halifesi olduğunu belirtmektedir.6
O günlerden bugünlere geçen sürede doğal olarak, lidere/yöneticiye duyulan korku yada sevginin derecesinde de değişmeler olmuş, kimi zaman halkının çok korktuğu lider yine halkı tarafından koltuğundan edilmiş hatta canından olmuştur. Lidere güvenin, liderin halkına güveni ile paralel olarak ilerlediği günlerde olduğumuz bu günlerde, demokrasi, çok partili hayat ve parlamenter rejimlerin hakim olduğu bir dönem yaşamaktayız, bunun yanı sıra şekil değişikliği ile ülke yöneticisi, parti yöneticisi olan liderlere dönük aşırı sevgi ve övgü gösterileri halen devam etmektedir.
Tarihsel örneklere bakılacak olursa, halk nezdinde liderden korku ve sevgi faktörleri tarihi seyrine devam etmekte, ancak tanrısal liderden, halk liderine dönük evrim, sevginin ve kişisel özelliklere yüklenen kıymetin derecesinde değişikliğe neden olmuştur.
Batılı devletlerde özellikle dünya savaşlarında örnekleri görülen ancak modern demokrasilerde çok örnekleri olmayan, doğu demokrasilerinde ise halen görülmeye devam eden aşırı çıkışlar ve lidere dönük aşırı kıymet yüklenmesi, tarihten gelen bu verilerle açıklanabilir. Şu da bir gerçektir ki, lidere yönelen övgünün sevgi kaynağı, korku kaynağından üstünse bu övgüsellik tarihe gerçek ifadelerle mal olabilmektedir. Liderin tarihe mal oluş şekli, sevgi kaynaklı mı yoksa korku kaynaklı mı olduğuna göre kalıcılık sunmaktadır. Nitekim tarihten verdiğimiz lider örnekleri, bugünün lider portrelerinin kalıcılığına da örnek teşkil etmektedir.
Kaynakça
1 Mitoloji, Shf:48, NTV Yayınları Başvuru Kitapları, İstanbul 2010
2 Mitoloji, a.g.e., Shf:91
3 Octavius, bilinen adıyla Roma’nın ilk imparatoru olan Augustus, evlatlığı olduğu ve kendisine Roma İmparatorluğunun yolunu açan Julius Gaius Sezar’a onun ölümünden sonra tanrılık vasfı ve tapınma zorunluluğu getirmiştir.
4 BURBANK Jane, COOPER Frederich, (Çev:Ahmet Aybars), İmparatorluklar Tarihi, Shf:34, İnkılap Yayınları, İstanbul 2011
5 #tarih dergisi, Nisan/2015 sayısı, Sayfa:38
6 NAZİK Sıtkı, BÂKÎ DÎVÂNI’NDA SEVGİLİNİN OTORİTE SAHİBİNE TEŞBİHİ, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/3, Summer 2012, p. 1867-1868 ANKARA