Sermiyan Midyat’ın başrolünde yer aldığı ve aynı zamanda yönettiği Hükümet Kadın filmi serisini mutlaka seyretmişsinizdir. Filmin ikinci bölümünde yer alan Kürtçe “Daye Miro” şarkısının en bilinen sözlerindendir: “Ez çûm Mêrdîn’ê, Mêrdîn rengîne” dizesi. Mardine gittim, renkli Mardin’e dizeleri…
Mardin şehri bu türkü dizelerine konu olduğu gibi renkli, ahenkli ve tutkulu bir şehirdir. Mezopotamya ovasına hakim bir noktada yer alan eski Mardin kent merkezi, onlarca medeniyetten esere ev sahipliği yaptığı gibi, tarihin yaşayan bir aynasıdır. Bir kere görenin aşık olduğu ve tekrar tekrar görmek isteyeceği bir kenttir Mardin.
Kalesi, hemen her fotoğrafta kendisine yer bulan minaresi ile Ulu Camii, Kasımiye Medresesi, efsunlu çarşıları, dar sokakları ve taş binaları, güler yüzlü insanları ve daha niceleri…
Tutkulu yapısı şehir merkezi ile sınırlı kalmayan Mardin şehri, hemen şehir merkezinden ayrıldıktan sonra aynı ahenkle devam eder insanı etkilemeye... Dayrulzafarân Manastırı, tarihi İpek Yolu güzergahında Nusaybin ilçesi ve tarihin en büyük antik üniversitesi kalıntıları, Dara Antik Kenti kalıntıları -ki daha önce üzerinde ayrı bir yazı yazdığım bambaşka bir medeniyet beşiği…-
Tek tek eserleri ve ilçeleri saymaya gerek yok, yazının amacı da zaten eser ya da şehir tanıtmak değil. Mardin’i özlemek ve bu özlemin kaynağını teşkil eden güdüler.
Barışa ne zaman ihtiyaç duysak, ülkemizde var olan renklere dem vururuz ve tek tek sayarız; bunlar da var şunlar da var diye. Mardin şehrini ve kültürünü merkeze alarak barışa yönelmek hiç de yabana atılmayacak bir durumdur. Öyleki; bunca sene bu kadar kültürü ve medeniyeti özenle uhdesinde barındırmış olan Mardin şehri ve insanları, barış için pek âlâ referans olabilir.
Bin beş yüz yıllık Süryani manastırlarının hemen yanında yer alan bin yıllık camileri, Ermeni mirasının hemen yanında yer alan Arap ve Kürt mahalleleri ile bu renk kolay bulunur cinsten değildir. Tarihe mal olmaya yüz tutmuş Keldani, Asuri mirası ise görmek isteyene canlı bir kayıttır. Mezopotamya’yı bir gözetleme kulesi gibi gören ve her daim İpek Yolu'nu kontrol eden bu şehir, binlerce yıldır barışa ev sahipliği yaptığı gibi bugün de barışa referans olabilir, en azından bir denemek gerekir.
Suriye sınırından gelen yüzlerce sığınmacıya, Yêzidi, Sünni, Arap, Kürt ayrımı yapmadan sahip çıkan Mardin halkı, elbet bu ülkenin barışına da sahip çıkacaktır. Sınırın öbür tarafında var olan akrabaları ile bir bütün olan Mardin halkı, Anadolu ile de binlerce yıldır dost ve kardeştir.
Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde bulunan “Yaşayan Diller Enstitüsü” ile topraklarında bulunan üç ana dile sahip çıkan ve akademik alanda bu yetkinliğini ispatlayan şehir, uluslararası alanda da ismini duyurmaktadır.
Bir şehrin barışa hizmeti sadece ülke genelinde değil, tüm dünyada yankı bulmalıdır ki anlamı olsun ve mesajı herkese ulaşsın. Ülkemizde yapılan gezi ve görenek programlarının en temel hatası da gittikleri yerde sadece yemek kültürü ve gündelik yaşam üzerinde durmaları, o şehrin barışa ve medeniyete katkılarını görmezden gelme ya da kayıtsız kalmalarıdır.
Aziz İstanbul’a bir tepeden bakan şair neden Mardin’e bir kubbeden ya da minareden bakmasın ve gördüğü eşsiz manzara karşısında duygularını dile getirmesin? Edebiyat eserlerimizde yer alan şehir figürlerinde neden Mardin diğerlerinden geri kalsın?
Doğu Roma (Bizans) ile Sasani İmparatorluklarının üzerinde en çok savaştığı topraklardır Mardin toprakları. Yeri geldiğinde dişe diş savaşan Anadolu ve İran güçleri, yer geldiğinde barışmayı ve bu toprakların bereketinden yararlanmayı da bilmişlerdir. İmparator Mavrikios mevkidaşı Sasani İmparatoru II.Hüsrev ile kurduğu barışın merkezini Mardin şehrinde atmış ve ikisinin sağlığında bu barış devam etmiştir.
Savaşın bir hukuku olduğu gibi barışın da bir hukuku vardır, tarih bize bunu gerek acı gerekse ibretlik vesikalarla öğretir. Bu nedenle tarih bilmenin önemi, medeniyeti anlamanın ilk basamağıdır. Akıllı insan kendi tecrübelerinden yararlanır, daha akıllı insan başkalarının tecrübelerinden de yararlanır. Barış için hiç yabana gitmeye başka örnekleri incelemeye gerek yok, Mardin toprakları bize her haliyle referans olmaya ve yol göstermeye hazır duruyor.
Hani derler ya, "insan eksen yetişir" işte öyledir bu bereketli topraklar, ancak insan ekilerek yetişmez bunu da bilir analar. O toprağa verdikleri evlatlarının bir daha yetişmeyeceğini bilerek... Mardin topraklarına insan ekmemek gerek, barış içinde toprağın üzerinde yeşertmek gerek medeniyeti, insanlığı ve barışı…
Barışa belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, Mardin’i görmek gerek, onu gören kişiler olarak özlediğimiz gibi.
Anadolu’yu özlemek, Mezopotamya’yı özlemektir. Mezopotamya’yı özlemek, Mardin’i özlemektir.
Mardin’i özlemek ise, barışı canı gönülden özlemeye eşdeğerdir.