Ölümden korkma, o geldiğinde sen gitmiş olacaksın...''
Aristippos'un en büyük izcilerinden Epikuros'un -Epiküryan hazcılığın kurucusu- kendi öğrencisi Menoikeos'a verdiği en mühim ''hayat derslerinden'' biridir bu cümle... Ardından şöyle devam eder:
''Hayatta üç şeyi unutma: Aç kalmamak, susuz kalmamak, soğukta kalmamak...''
Antik Yunan düşüncesinin felsefi tekamülü, hemen ardılı olan Helen ve Roma felsefelerinde dahi hazcı (hedonist) duruşun da en mühim tekamül noktalarından geçer. Antisthenes ile başlayıp fıçı içerisinde ''kinik'' tarzı bir yaşayışı benimseyen -aynı zamanda da bir kalpazanın oğlu olarak ünlenen- Diogenes ile birleşip Kıbrıslı Zenon ile doruk noktasına ulaşan Stoacı düşüncenin diyalektik bir karşıtı olan söz konusu hazcılığın başlangıcı Sokrates'ten gelse dahi, çöken/yeniden yapılanan bir toplum hayatının tüm değerlerindeki rölatif kaygıda yansısını bulur.
Malum, ilkel komün yaşamı artık Homeros-Hesiodos kanalıyla kutsal kitaplara taşınacak bir ''altınçağ'' imgesini dönüştü dönüşecektir. Zira tam da bu esnada iyi bir devlet yönetimi üzerine sayısız fikirler, devrin bilgelerinden yükselmeye başlar: Platon'un ''Devlet''i gibi...
Peki felsefe bu sırada ne haltlar karıştırmakla meşguldü?
Sosyolog Emile Durkheim'in deyimiyle ''anomi'' ortamında katostrotif bir hali yaşayan toplum, ne kadar az sayıda Platon, Aristoteles gibi kavramsal bilgi yapısını kendi düşüncesinin odak noktasına ''yamayan'' büyük düşünürleri yaratabilse de esasında bir yandan Piron gibi şüpheciliği erdem edinen bilgeler yetiştirir, öbür taraftan da yukarıda sözü geçen Epikür tarzı erdemi bir yaşam biçimi halinde kendi vatandaşlarına sunar: Tıpkı günümüzdeki gibi...
Biz burada, hedonist duyarlılığını Abderalı Demokritos-Leukippos'tan aldığı ''atomcu'' öğretilere eklemleyen Epikuros'un tezlerinin ve çağının günümüz ''pragmatlığına'' ışık tutan önerilerine kritik bir nazarla ulaşmak istiyoruz.
Abdera dedik, Demokritos dedik, Leukippos dedik, arada ''atom öğretilerini'' de unutmadan ekledik. Bilindiği gibi atom düşüncesi henüz bir nüve halinde M.Ö. 6. yy'da söz konusu Yunan düşünürlerinin kompleksif düşüncelerinde kendisine yer edinmiş, ancak Epikuros'a gelene kadar Sokrates, Platon, Aristo gibi bilgelerin sistemli öğretilerinde es geçilmiştir. Bunun sebebi de gayet açıktır: Heraklitos'un diyalektizmine karşı Ksenofanes ve onun öğrencisi Parmenides ile reaksiyon olarak parlayan idealist kıvılcımın -tabi aradaki Hermetik öğretilerin de etkisini unutmayalım- artık engellenemez bir konuma yükselmesi ve zaten bozulan toplum yapısının da bu vaziyeti kollayacak kıvama gelmesidir. Orhan Hançerlioğlu'nun deyimiyle ''insanların yüzyıllardır başına bela olan'' bu kıvılcım Platon'la sistemli bir duruma gelmiş, Aristoteles ile ''sözde sükuna'' uğrayıp kutsal kitaplarda yerini fazlasıyla almıştır. Ancak mevcut kıvılcımın bazı bilgelerin düşünce ufuklarını alevlendiremediği de aynı toplumsal anomiden ötürü ortaya çıkmıştır ki, bu söz konusu düşünürlerin başında da hiç şüphesiz Epikuros gelir. ''Tanrının bu dünyayı yaratması muhtemel değildir'' diyerek inkar edemediği Tanrısının yetke alanını kısıtlayan Epikuros, atomların özdeğin temel noktası olduğu düşüncesini kendi öğretisinin başlıca ontolojik kaygısı haline getirir. Ancak bu kez şöyle bir sorun çıkar ortaya? Madem ''inkar edilemeyen'' ancak yetke alanı kısıtlanmış bir Tanrı'dan söz ediyoruz, öyleyse söz konusu özdeğin yöneticisi kimdir? Epikuros'a göre harekettir, daha açık bir dille söylemek gerekirse ''başıboş bir şekilde ilerleyen, ve kuşattığı herşeyi var eden ya da değiştiren bir dinamizmdir''.
Epikuros'un Tanrı ile ilgili düşüncelerini tekrar dönelim, ki bu düşünceler irdelendikçe, altında artık toplumsal bir zeminini bulamayan Homeros-Hesiodos mitolojisinin ironik bir kritisizminin yattığı rahatlıkla görülecektir. Şöyle düşünür Epikuros: ''Tanrı bu alemi yaratmış olamaz. Çünkü Tanrı, madem ki mutlak iyiliğini kendi varlığında sabitleyen bir varlıktır, öyleyse bu kadar kötülüğün, cehaletin hüküm sürdüğü bir dünyayı -mevcut toplumsal düzeni düşünün- nasıl yaratabilir?'' Buradan, kendi hazcı düşüncesinin kudretli ironisine geçeriz Epikuros öğretisinin: Evren zaten ezelden vardı, ki Tanrı evreni yaratmadığı gibi ona karışmaz, karışıp da ne yapacak, o zaten rahatta!''
Yetke alanı kısıtlanan Tanrı'nın ''keyfiyyetini'' insanların da yegâne erdemi olarak belleyen Epikuros'un hedonizmi işte buradan itibaren başlar. Ona göre bilge olmak erdemli olmaya eş değerdir ve erdem de mutluluğu aramak, onu bulmak, insanlara göstermekle tamamlanır.
Platon'un ''Akademi''sinde bulunduğu bir kaç dersten sıkılıp bir daha aynı yere uğramayan ve onun sebze bahçeleri arasındaki ders eziyetine karşı öğrencilerini meyve bahçelerinde ağırlayan Epikuros'un düşüncesindeki temel noktalar kısaca şöyle özetlenebilir: ''Ye, iç, keyfine bak...'' Söz konusu noktalar, aynı zamanda rönesans sonrası İngiliz düşüncesinin de nihai amacının gizli ya da açık noktaları olmaktan ne kadar uzaktır? Bacon'dan başlayıp Locke ile ''Tabula Rasa''yla bütünleşen, ardından Hume, Smith, Ricardo, Mill, Bentham gibi düşünürlerin meyvelerini toplayan Anglo-Sakson mantığının uçarılıkları, bugünkü egemen-kültürün de temel direkleri değil midir? ''Yüzyılın Rousseau''su olarak bilinen Alman düşünür Erich Fromm'un ''teknoloji dini'' olarak tanımladığı söz konusu egemen-kültürün en çok piyasa malı edilen düşünürlerinden birisinin de Epikuros olması ne kadar şaşırtıcıdır?
Bugünlerin çağdaş/egemen Epiküryen yaşamını görme şerefine erişebilseydi eğer, Epikuros'un hazzının kendi Tanrı'sının hazzına ulaşamayacağını kim söyleyebilir ki?
Geri döndü Epikuros...
''Ye, iç, keyfine bak!''... Sosyolog Foucoult'un deyimiyle ''zamanın ve mekanın fethinin gerçekleştiği'' bir düzen içerisindeki yaşamanın yegane kuralı bu üç altın öğüttür.
''Yok kardeşim, yapamam!'' diyorsanız, karşınızdaki alternatif ''nefs köreltici'' dinginliğin kapılarına dayanırsınız. Tıpkı Epikuros zamanında yaşayan ve tutkunun, şehvetin önünden kovulduğu Kıbrıslı Zenon'un Stoa kapısı gibi...
''Dön dolaş yine başa gel''...