Kendisine ''Post-modernizm sizce nedir?'' sorusunu sorma gafletinde bulunan
akademisyen/yazar Bedia Koçakoğlu'na İhsan Oktay Anar şöyle bir ''sorumsu'' cevap verir: ''Lakuan Virabadran nedir?''
Diyalog, -Koçakoğlu'nun ''Anlamsızlığın Anlamı Post-modernizm'' kitabında yazıldığına göre- şöyle gerçekleşmiştir:
''-Post-modernizm sizce nedir?
-Siz bana öncelikle şunun cevabını verir misiniz: Lakuan Virabadran nedir?''
Diyalog burada bitmiş, Koçakoğlu -belki aradığı değil ama- ''araması gereken'' cevabı bulabilmiştir...
Peki, aslında ''Lakuan Virabadran'' neydi?
Öncelikle şunu sormak lazım: ''Post-modernizm neydi?''
ABD'li marksist kuramcı Fredric Jameson'a göre ''geç-kapitalizm devri''; Mısır'lı düşünür İhab Hassan'a göre ''modernizmin devamı''; Fransız estetikçi Marc Jimenez'e göre ''yüzyılın sonunda çıkan uygarlık bunalımı''; Emre Kongar'a göre ''edebiyatta olduğu gibi siyasal ve sosyal bilimlere uygulanması tehlikeli olan düşünce yapısı''; Bedia Koçakoğluna göre ise -söz konusu doktora teziyle desteklenen kitabının adından da anlaşılacağı gibi- ''anlamsızlığın anlamı''...
Listeyi istediğiniz kadar uzatın, ortaya çıkacak olan ''leziz kavramlar çorbası''ndan tutarlı bir düşünce yapısı elde etmeniz veya elinizde ''simulasyon'' süzgecinden geçirilmiş bulunan ve kendiliğinden ''yapı-sökümü''ne uğrayan verilerin tarihsel bir dayanağını bulmanız ''post-mümkün''dür. Çünkü uygarlık, ''ağır borçlardan yahut vergilerden kolayca yırtmak için iflas süsü veren işadamı'' misali özellikle ''sonsuz ilerleme'' paradigması doğrultusunda yaşanan gelişmeleri -tarihinde ilk kez- insanlığa açıklayabilmekten ''yırtmak'' için ''iflas süsü'' vermiş ve ''avant-garde''lardan devşirdikleriyle söz konusu ''iflâs''ı nazariyata dökmeye yeltenmiştir.
Sanatta seçkinciliğe karşı bayağılığı simgeleyen ''pop-art'' kültürüyle ''çok-seslilik'' adına yozlaşmışlığı salık veren; ekonomide Fredrich Hayek öncülüğündeki Chikago Okulu'nun teorilerinde de ifşâ edildiği gibi ulusal ekonomileri küreselleşme çatısı altında ortadan kaldıran; söz konusu ekonomik sömürgeciliği de üst-yapısal olarak siyasi çizgide sürdüren; her-şeyden evvel bilimi de gerek teorik gerekse pratik açıdan kendi sansasyonel düşünce dağarcığına alet eden sistemin ta kendisi olan post-modernizm, her ne kadar Lyotard ve ardıllarının iddia ettikleri gibi ''çoğulculuğu'' simgelese de uluslar-arası tekellerin/tröstlerin; daha doğrusu 7 milyar insan içerisindeki yüzde birlik bir kesimin yeni-egemenlik ideolojisinden başka da bir şey olmasa gerek...
Söz konusu ideolojinin ekonomik alt-yapısında yer alan ''sınırsızlık''(siz bunu neo-liberalizm öncesi Keynesçi doktrinlerle sınırlandırılmış olan ekonomik ayrıcalıklara bir reaksiyon olarak algılayın); üst-yapısal olarak sanatta, siyasette, bilimde -hatta dinde dahî- kendi organik bütünlüğünü yaratmış ve kolay bir şekilde -kendi mâbedi olan- piyasaya sürebilmiştir. Bunu da ''tekliğe karşı çokluk'', ''seçkinciliğe karşı halkçılık''; ''otoriterliğe karşı hoşgörü'' gibi ''pembe düşünceler''le ortaya koymuştur...