İstanbul Devlet Tiyatrosu bu sezon, ünlü tragedya yazarı Sofokles'in, "Elektra" adlı oyununu, Işıl Kasapoğlu'nun röpriz rejisi ile sahneliyor.
"Elektra'nın belirsizliği"
Sofakles'in Elektra'sı, uyagarlık tarihinin en seçkin ve en özenilesi dönemi olarak kabul edilen "Antik Yunan"ın (MÖ 756 - Arkaik dönem- ile MÖ 146 - Roma işgâli) en kritik aralığı "Troya Savaşı" sürecine dair "intikam" arzusunun merkeze konulduğu ve görgü tanıklğı değeri taşıyan bir eser.
"Oyun konusu", oyuna ilgi duyan kişilerce "Baba'ya aşk ya da Anne'ye düşmanlık bağmında bilinebileceğinden, bu yazıda dramaturji yapmak yerine merkeze Elektra'nın intikam arzusunun inşa ettiği belirsizliği koymaktan yanayım.
Bu bakışla, Elektra'nın içinde bulunduğu belirsizlik eyleminin bir parçası olduğu dünyaya, sahibi olduğu devlete, yöneticisi olduğu halka ve mensup olduğu aileye hiçbir yararı olmadığı görülebilir.
Zira oyunda, prenses Elektra intikamını aldıktan sonra ne olup bittiği bilinmiyor.
Seyirci olarak oyunu izlediğimiz süre boyunca Elektra'nın başarılı olmasını istiyoruz ama "Elektra'nın başarısına, Elektra'dan başka birinin ihtiyacı var mı acaba" diye düşünüyor muyuz?
Ya da şöyle soralım: Elektra'nın başarısının kime yararı var?
Başarısızlığının kime zararı var?
Elektra, başarısı ile birlikte bize neyi öneriyor, vadediyor?
Bu sorular üzerine düşündüğümüzde Elektra'nın temsil ettiği belirsizliğin, yıkmaya çalıştığı düzenden daha ürkütücü olduğunu görebiliriz.
Örneğin; Sofokles'in Elektra'sının yeniden yazımı olarak da görülebilecek olan Shakespeare'nin "Hamlet"inde bile söz konusu belirsizliğe dair bir çıkarsama yapılabiliyor. Hamlet'in belirleyici bir Fortimbrás'ı var ve oyunun sonunda toparlayıcı bir güç olarak gelip Danimarka'daki siyasi krize son veriyor ama Elektra, oyunun sonunda bütün belirsizlikleri ile beraber iktidara yerleşiyor.
Shakespeare'in oyununun sonunda Hamlet başarısız oluyor ve genç Fortimbras geniş, açıklayıcı ve çözümleyici bir konuşma yaparak barış getiriyor oyuna; ama Sofokles'in oyunundaki kahraman, biriktirdiği öfke ile yerleşiyor iktidara. Elektra'nın bu hali bana fena halde ürkütücü geliyor.
Sıçramalı bir benzetme ile ifade etmek gerekirse Elektra'nın hareketliliği tam bir "eyleme geçmiş cehalet" örneği olarak betimlenebilir ve yaşadığımız coğrafyada sıklıkla karşılaştığımız bir hal olduğu görülebilir.
Elektra'nın ruh ikizi olarak görülebilecek pek çok kadını veya erkeği, Tunus'ta, esnaf Muhammed Buazizi'nin kendini yakması, ardından ülke çapında protestoların başlaması, kamu alanlarının işgalinin gerçekleşmesi ve sürecin "Arap Baharı"na evrilmesi, oradan da Suriye'deki iç savaşa sıçraması, sonrasında da ülkemizdeki "hendek savaşları"na ve daha da fazlasına evrilmesinde görmek mümkün.
Ez cümle... Bence Elektra'nın meselesi babaya aşk ya da anneye düşmanlıktan ziyade; eyleme geçmiş cehalet halidir ve başarı kazanmış olması ürkütücüdür.
Elektra ve Işıl Kasapoğlu
Sofokles'in Elektra'sı Devlet Tiyatrolarında 1952/53 tiyatro sezonundaki ilk sahnelenişinden sonra 2006/07 sezonuna gelene kadar hiç sahnelenmemiş.
Devlet Tiyatroları bünyesinde pek çok klasiğin beş on yılda bir sahnelendiğini düşündüğümüzde Elektra'nın unutulduğu ya da göz ardı edildiğini ifade edebiliriz.
Oyunun 54 yıl sonra, İzmir Devlet Tiyatrosu için tekrar ele alınması, oyunun Işıl Kasapoğlu gibi usta bir tiyatro insanının rejisi ile yapılması ve Kasapoğlu'nun 12 yıl önce İzmir seyircisi için yaptığı çalışmanın, bu sezon İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı olarak yeniden sahnelenmesi çok yerinde bir karar olmuş.
Tiyatro gibi kollektif sanatlarda yönetmenlik yapan her insanın bir "A Takımı" vardır ve yaptığı her işte, denediği ve icrasından emin olduğu insanlarla çalışmayı tercih eder.
Kasapoğlu'nun tüm reji çalışmalarını incelediğimizde yönettiği iki işten birinde kendisinin "A Takımı"ndan isimleri görebiliriz.
Bu isimleri sıralamaya kalksak herhalde ilk üçe Çevirmen Zeynep Avcı'yı, Sahne Tasarımcısı Hakan Dündar'ı ve Işık Tasarımcısı Cem Yılmazer'i koymamız gerekir.
Kasapoğu Elekra'da da aynı isimlerle çalışmayı tercih etmiş ama bu çalışmada söz konusu isimler en iyi katkılarını sunmuş değiller.
Örneğin, oyunun çevirisini yapan Zeynep Avcı çoğunlukla Fransızca'dan ya da İngilizce'den çeviri yapan bir çevirmendir ve bilindiği gibi oyunun asıl metni Grekçe'dir. (Antik Yunanca). Oyunun tanıtımında, oyunun hangi dilden çevrildiği belirtilmediği için sayın Avcı'nın kullandığı kaynağı bilemiyoruz ama dinlediğimiz çeviri metni yer yer kulak tırmalıyor.
Avcı'nın, "12.Gece", "Venedik Taciri", "Kısasa Kısas" gibi Shakespeare oyunlarını Işıl Kasapoğlu rejileri için çeviriden çok uyarlama yaptığını ve işlere ekstra değerler kattığını düşünüldüğünde "Elektra" için yapılan çalışma hayal kırıklığı yaşatıyor.
Hakan Dündar'ın sahne tasarımı işlevsel, oyunun rejisine ve icrasına uygun ama enteresan bir tarafı yok.
Düngar'ın yaptığı çalışma "oyuna hizmet etmek" ile "oyuna katkı sunmak" arasında bir yerde gezinip sadece oyuna hizmet ediyor. Yapılan çalışma da alkışı hak ediyor ama Hakan Dündar'dan imza attığı işlere daha fark edilir katkılar sunması bekleniyor.
Cem Yılmazer'in ışık tasarımına "hizmet etmek ve katkı sunmak ikiliği" bağlamında bakıldığında, yapılan çalışmanın bazı yerlerde oyuna katkı sunmaya yeltendiğini ama oyuna hizmet etmenin ötesine geçemediği görülüyor.
Hatta, Yılmazer'in yaptığı çalışma sahnedeki oyuncuları yer yer karanlıkta bırakıyor. Oyuncuların karanlıkta kalmamak için fazladan çaba sarf ederek ışık aradıkları görülüyor ve Ylmazer'in tasarımı oyuna katkı sunmaya yeltenirken hizmet eden ama hizmette de kusurlu durum arz ediyor.
Bilen bilir... "Işıl Kasapoğlu Tiyatrosu" bir oyuncu tiyatrosudur!
Genellikle, Kasapoğlu'nun rejilerinde iyi oyuncular parlar; yıldız olur, vasat oyuncular aksar; ifşa olurlar ve bu nedenle pek çok oyuncu için Işıl Kasapoğlu gibi bir usta ile çalışmak ciddi bir sınavdır.
Usta'nın son sahnelemesinde de bu türde sonuçlar çıkmış ortaya.
Oyunda, "Elektra"yı oynayan Özlem Öçalmaz parlamaya yakın yerlerde geziniyor ama malesef, söz konusu parlama için gerekli fiziki donanıma sahip değil.
Öçalmaz'ın Elektra'yı ele alışı, yaptığı oyuncu dramaturjisi, seçtiği duygular ve duyguların aktarımı gayet başarılı.
Öçalmaz'ın kendisini izleyen seyirciye Elektra'yı enetellektüel açıdan aktarışında hiçbir sorun yok.
Yaptığı çalışmanın gelişmiş bir oyuncu aklı ile üretildiği de açık ama bu çalışmayı aktarımak konusunda tam bir başarıya ulaştığı ifade edilemez.
Zira, Öçalmaz sahnede çok uzun süre kalıyor ve yoruluyor.
Öçalmaz yorulunca seyirci olarak ben de yoruluyorum.
Genelde tüm oyunculuk çalışmaları için ama özelde, Işıl Kasapoğlu rejisi ile icra edilen bir oyunda Elektra gibi bir rolde sahnede olmak daha zinde bir beden, daha geniş bir ses aralığı, daha derin bir soluk gerektirir ama Öçalmaz bu gerekliliklere yeterince sahip değil ve bu eksikliklerden dolayı Öçalmaz'ın masa başı üzerinde yaptığı kıymetli çalışma sahne üzerinde aksıyor.
"Orestes"i oynayan Uzay Gökhan Irmak ise, bir Işıl Ksapoğlu rejsi için çok yetersiz. Irmak'ın, hali tavrı yüz ifadesi ve duruşu ile "Orestes"i, kendi doğasından gelen özelliklerle anlatan bir görünümde olmasının dışında oyuna hiçbir katkısı yok. Oyunda oynamak yerine durmayı tercih etdiyor. Üstelik, oyunuda sahne hakimiyeti kendisine geçtiğinde tempo hayli düşüyor.
Irmak, eğer sahip olduğu yeteneklerin ve aldığı eğitimin tamamını kullanmıyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir ama eğer sahip olduğu yetenekler ve eğitimi bu kadarına imkan veriyorsa ortada başka bir üzücü bir durum var demektir.
"Klytaimnestra"yı oynayan Kübra Tektaş, bulunduğu sahnelere rejinin kattığı, oyun metninin, dekorun, ışığın kattığı değerlerle eşitlenebilecek bir değer kattığı ifade edilemez ama zaten, öncelikle Tektaş'ın deneyiminde bir oyuncuya "Klytaimnestra" gibi bir rolün teslim edilmesi ne kadar doğru diye sormak gerek!
Tektaş'ın oynadığı "Klytaimnestra" rolü, hem rol kişİsinin yaş aralığı hem de rol kişisinin duygu durumu ile ilgili yorum becerisi için bir yıllanmışlık gerektiriyor.
Yanlış anlaşılmasın, Tektaş'ın "Klytaimnestra"ı oynarkenki hali ile tiyatro sanatına olan saygısı ve emeği fark ediliyor ama kabul etmek gerekir ki, oynadığı rol için çok deneyimsiz ve sahnede çok eğreti duruyor.
Peki; koskoca Devlet Tiyatroları'nda "Klytaimnestra"ı oynayacak usta oyuncuyu bulmak çok mu zor?
Kübra Tektaş gibi genç bir oyuncuyu hazır olmadığı halde böylesine önemli bir rolde seyirci karşısına çıkarmak ne kadar doğru?
Bahsettiğim sorun sadece Elektra'da değil, birkaç sezondur Devlet Tiyatroları'nda sahnelenen oyunların tamamında görülüyor. Çok önemli roller, deneyimsiz oyunculara teslim ediliyor ve bence bu durum artık bir kriz haline dönüşmekte.
Devlet Tiyatroları yönetiminin en kısa sürede bu krize bir çözüm bulmasını diliyorum.
"Aigistos"u oynayan Tolga Pancaroğlu'nun her halinden klasik bir tiyatro eğitiminden geçtiği belli oluyor.
Bu klasik eğitimin üzerine bina edilecek güncel bir oyunculuk tasarımı ile Pancaroğlu'ndan çok önemli işler çıkabilir.
Zira, Pancaroğlu sahneye çıktığında "Evet, işte sesi duyulan, sahne hakimiyeti olan, bildiğimiz anlamda bir tiyatro oyuncusu" diye düşündüm ama "Aigistos" rolü Pancaroğlu'ndan daha fazlasını bekliyor.
Bana göre Pancaroğlu'nun oynadığı "Aigistos" rolü oyunun, "Orestes"le birlikte iki kurban karakterinden birini oluşturuyor. "Aigistos", yanındaki kadın kazandığında iktidara çıkıyor ama yanındaki kadını kaybedince o da kaybetmiş sayılıyor.
"Aigistus'un bu kadınlar arası savaşa alet olma ve sürüklenme halleri sonrasında düştüğü "katil, hain ve kurban" durumu daha derinlikli işlense içinde bulunduğu halin altı daha çağdaş bir yorumla çizilse harika olurmuş.
Pancaroğlu'nu ilerleyen zamanlarda, sahip olduğu klasik oyunculuk eğitimini çağdaş çalışmalarla birleştirdiği işlerde görmeyi dilerim.
"Krisotemis"i oynayan Melisa Akman ise rolüne çok uygun bir yorumla oynuyor. Oynadığı role yaklaşımı ve seçimleri seyirciyi oyunun hikayesini takip etmek konusunda rahatlatıyor ama Akman, seyir zevki vermiyor.
Bazı yerlerde rolünün de etkisi ile sıkıcı oluyor.
"Krisotemis" gibi bir kadını normal hayattın gerilimi içinde dinlemek, onun; iyilik, pasiflik, sakinlik üzerine verdiği öğütleri anlamaya çalışmak zaten pek keyifli olmayacakken sahnedeki gerilimin içinde, Akman'ın icrası ile dinlemek daha da keyifisz bir hal alıyor.
Bu yüzden Akman'ın, keyifsiz ama haksız da olmayan Krisotemis'i daha izlenilir bir biçimde sunması gerekiyor ama sadece Akman'a kabahat bulmak haksızlık olur. Koro da dahil oyunun tüm icracılarında bu türde bir ustalık eksikliği var.
Elektra gibi icrası seçkin ustalıklar gerektiren bir oyun, henüz olgulaşmamış sahne insanlarına teslim edilmiş durumda ve oyundaki oyuncular bu yükü taşıyamıyorlar.
Bu "ustalık" ve "çıraklık" meselesi üzerine düşünürken, 30 yıldır Devlet Tiyatroları bünyesinde yer alan ve oyunda "Lala"yı oynayan Fikret Urucu'dan bahsetmek gerek.
Urucu; sesiyle, nefesiyle, duruşuyla, sahne hakimiyetiyle, Devlet Tiyatrolarına yakışır bir usta aktör gibi göünüyor ve "keşke tüm oyun kadrosu bu ayarda olsa" dedirtiyor ama çok geçmeden Urucu da aksıyor. Lafları karıştırıyor. Reji dışı komik olmaya çalışıyor. Oyunda olmak ya da olmamak umurunda değilmiş gibi davranıyor ve "Elektra" gibi bir klasik eser, Işık Kasapoğlu gibi bir ustanın elinde taçlanırken, oyuncu marifeti eksikliğinden dolayı, malesef başarısızlığa kavuşuyor.
Üzücü.