İstanbul Şehir Tiyatroları; değerli romancı, senarist, tiyatrocu ve eğitimcilerimizden Üstün İnanç'ın "Makedonya Gamzesi" adlı romanını, Şehir Tiyatroları dramaturglarından Özge Ökten'in okuma metninden "gösteri sanatı" metnine dönüştürmesi ile sahnelemeye başladı.
Romanın ve romandan yapılan uyarlamanın konusu bir hayli güncel. Roman, 23 Temmuz 1908'de Sultan 2. Abdülhamid Han'a karşı yapılan ve bir darbe niteliği ile tertip edilen "2. Meşrutiyet"in ilanı, öncesi ve sonrası üzerine asker-siyaset, devlet-millet, vatan ve sadakat kavramlarının bir tartışması olarak tasarlanmış.
Son yıllarda, Sultan Hamid'in, 1876-1909 yılları arasındaki saltanat döneminde yaşananlara bakarak güncel siyasal durumları anlamaya çalıştığımızı düşünürsek oyun ve roman bize çok şey söylüyor ama galiba, öncelikli olarak incelenmesi gereken başka bir şey var.
Tiyatro sanatını söze, harekete ve mimariye dayalı bir "gösteri sanatı" olarak tanımlamamız gerekirse tüm sanat değerini yazıdan alan bir okuma metnini (şiir, öykü, destan, roman), oyun metni haline dönüştürerek "gösteri sanatı" üretmeyi riskli bir çaba olarak görmek mümkün.
Eğer, yapılan çalışma şiire ya da şiirlere dayanıyorsa iş çok zor olmayabilir. Zira, şiir söylensin diye yazılır. Meydanda, dağda, bayırda, evde, sokakta söylensin diye yazılan şiir sahnede söylendiğinde söz konusu metinden pek de bir kayıp olmayabilir.
Çalışmaya kaynaklık eden eser eğer bir destan ise, iş biraz daha zorlaşabilir. Destanlar da birer söylence ya da anlatı olarak yazılır ama şiirden daha çok detay içerir ve bu detaylar gösteri esnasında kaybolabilir. Bu durumda, çalışmayı yürüten ekibin daha çok çaba sarf etmesi gerekir.
Peki, yapılan çalışma bir öykü metnini "gösteri"ye dönüştürmeye yönelik ise?
Bence bu iş, şiirden de destandan daha çok çaba gerektiriyor.
Kabul etmek gerekir ki öykü metni, şiirden de, destandan da daha çok detay içerir. Zira öykü metni sadece okunsun diye yazılır. Bazen eser sahipleri, kısacık öykülere o kadar çok hakikat yerleştirirler ki gösteri sanatları yapıcıları bu hakikatlere kayıtsız kalmazlar ve söz konusu eserleri sahneye taşımak isterler ama bu iş hiç de kolay değildir ve başarı kazanan çok az iş çıkmıştır ortaya.
Galiba en zoru Roman.
Bir roman metnini gösteri metnine dönüştürmek ciddi bir sınavdır. Şiirden, destandan, öyküden de zordur romandaki hakikatleri sahneye taşımak.
Zira şiirde söylenen, destanda anlatılan, öyküde gizlenen hakikat romanda yayılmıştır.
Hatta bazen, bir romana bir hakikat ciltler dolusu yayılmıştır ve bu yapıyı gösteriye metin etmek "hakikati toparlamaya” yeltenmektir ki işin ehli bile başarı kazanamayabilir.
Bu hususta başarı kazanmış bir iş olarak, değerli tiyatro insanlarımızdan Macit Koper'in, 2008 yılında yine Şehir Tiyatroları için, Gabriel García Márquez'den aynı adla gösteri metnine dönüştürdüğü "Kırmızı Pazartesi" adlı çalışmayı hatırlıyorum.
"Kırmızı Pazartesi" adlı eser, yapılan masa başı çalışmasında da, sahne üzeri çalışmada da Şehir Tiyatrolarının ehil isimlerine teslim edilmişti ve ortaya çıkan işte hi bir değer kabı olmamıştı.
Ama üzülerek ifade etmem gerekir ki, Üstün İnanç'ın kıymetli eseri "Makedonya Gamzesi" okuma metninden gösteri metnine aktarılırken masa başında ve sahne üzerinde "işi ehline teslim etmek" ilkesine sadık kalmamaktan dolayı değer kaybına uğramış.
Sonuçta, romandaki yapının sahnedeki gösterisi beklenirken, sahnedeki gösteriye bahane edilmiş bir roman çıkmış ortaya.
Tabiî ki, "çağdaş sanat" ölçüleri içinde, herhangi bir romanı ele alıp romandaki bir paragrafa odaklanarak gösteri üretmek ve hem romanın hakkını hem de gösterinin hakkını vermek de mümkün ama Üstün İnanç'ın okuma metni ile yapılan çalışma bu bağlamdan da çok uzak.
"Makedonya Gamzesi"ni sahneye taşıyan tüm ekibi gözden geçirirsek görebiliriz ki, ekipte yer alan bir tiyatro insanlarının hiç biri ustalıkları ile nam salmış kişiler değiller ve sanki, tüm ekip, romandan iyi bir oyun çıkmasın diye çabalamış gibi.
Romanı ya da romanın konu edindiği dönemi bilmeyen biri oyunu izlediğinde ne romanın hakikatini anlayabilir, ne olayın nerde nasıl geçtiğini, ne de, geçmişte yaşananların güncel hayatımızda nelere tekabül ettiğini.
Üzülerek ifade etmeliyim ki, Üstün İnaç'ın bu kıymetli eseri Şehir Tiyatroları tarafından heba edilmiş durumda ama Üstün İnanç bu eser heba edilme konusunda hiç de yalnız değil. Örneğin; bugüne kadar, Şehir Tiyatroları gibi ödenekli kurumlarımızda İskender Pala'nın hiçbir oyunu ciddi bir emekle sahnelenmedi. Orhan Asena'nın, Turan Oflazoğlu'nun, tarihi hadiseleri konu edinen oyunları yerleşik bir özensizlikle sahneleniyor. Bazı "Anadolu Erenlerimiz”in yaşamlarının konu edildiği eserler belli bir tarafgirlikle ele alınıyor ama sahnelemeler hep vasatın altında işler olarak ortaya çıkıyor.
Peki neden özensizlik?
Neden ülkemizdeki "müesses nizam"ın dışında kalan kültür sanat insanlarının eserleri bu memuriyete alet ediliyor?
Pekala, Şehir Tiyatroları memurları Márquez'in romanına gösterdikleri saygıyı, Üstün İnanç'ın romanından esirgiyor olabilir. Bu konudaki saygı tercihleri yaratıcı zekanın ahlakı ile belirlenir ve bize söz söylemek düşmez ama sahne insanlarının, esere değilse bile mesleğine, seyircisine saygı duyması gerekmez mi?
"Makedonya Gamzesi"ni bu hali ile sahnelemekteki hedef nedir?
Bu sahnelemeden hangi anlam ürer?
Oyunu gören seyircide hangi hissin ya da düşüncenin oluşması ön görülüyor?
Sorulacak soru çok ama ez cümle; Üstün İnaç'ın "Makedonya Gamzesi" adlı eseri Şehir Tiyatroları memurlarınca saygısızlığa maruz kalmış ve söz konusu saygısızlık öngörülebilirken bu kuruma eser teslim etmek neden?