2008 yılı ortalarıydı, mayıs ayı sonu. Ülkenin her yerinde FETÖ-PDY operasyonları hızla sürüyordu. Hatta operasyonlar vesilesi ile FETÖ-PDY'nin gücü doruk noktasına çıkmıştı.
İyi hatırlıyorum; her kesimden insanımız yaşananları binbir teori ile yorumluyor, olanı biteni anlamaya çalışıyordu ama akademiden pek fazla ses çıkmıyordu. Tek tük yorumun arasından sonunda en yüksek perden bir açıklama geldi: "Öğretmen imama yenildi!" Açıklama, ülkemizin uluslar ve kuşaklararası değeri olan merhum Prof. Dr. Şerif Mardin'den gelmişti ve hayli tartışma yaratmıştı.
Şerif Hoca’ya göre; “toplumumuzun devlet yapılandırmasının son idari biçimi olan Cumhuriyet inşasının rol model kişisi olan öğretmen, eski idari biçimin rol modeli olan imama yenilmişti ve söz konusu yenilgi, yanlış inşanın kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Çünkü “Cumhuriyet inşasının ürettiği insan modelinin öznesi olan öğretmen kişisinin ‘iyi’, ‘doğru’ ve ‘güzel’ ile ilgili çok derin bir düşünce, tartışma, gelişme yok ama eski inşası olan Osmanlı mutlakıyetinin öznesi olan imamların bu tür tartışmaları da açıklamaları da vardı ve eski inşa, yeni inşaya karşı galip geldi.” Hocanın analizi, on sene öncesinin gelişmeleri için açıklayıcı gibi görünüyor.
Hatta, bu "öğretmen ve imam" ikiliğindeki yenen ve yenilen ilişkisini, Ergenekon, Balyoz iddianamelerini göz önüne alarak Cumhuriyet inşasının üniversitelerindeki bazı öğretmenlerin, FETÖ-PDY elebaşı, sözde "kâinat imamı" kişinin talimatları ile yıllarca cezaevinde tutuluşunda bile görebilirsiniz ama bu ikiliği görmek için ekstradan sinemaya gidebilir ve bir "Açık Yapı" denemesi yapabilirsiniz.
Sözünü ettiğim denemeyi, tıpkı Şerif Mardin hoca gibi bir başka uluslararası değerimiz olan Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi "Ahlat Ağacı"nı izlerken yaptım.
Tüm sanat disiplinleri için kullanılan ama öncelikle edebi metinler üzerinden gelişen "Açık Yapı" kavramı, Ortaçağ’dan beri kullanımdadır. Dante, söz konusu okumalar seçeneğini sınırlayarak bir eseri en fazla dört şekilde okumanın mümkün olduğunu savunmuştur. Umberto Eco da "Opera Aperta" adlı eseriyle tartışmalara katılmış ve metni bir ormana benzeterek okurun bu ormanda kendi yolunu kendisinin çizeceğini, ama bunun bir koşula bağlanması gerektiğini belirtmiştir. Eco, bu koşulu, "ormanın anahtarını yazardan almak" olarak tanımlamıştır.
Eco'nun tanımlaması, "Ahlat Ağacı"nı izlerken çok işime yaradı. Öğretmen İdris'in oğlu öğretmen adayı Sinan'ın, imam arkadaşı Veysel ve imam Veysel'in imam arkadaşı imam Nazmi ile yaptığı "orman yolculuğu"ndan anahtar alıp filmin yapısının açıklığı üzerine bir Şerif Mardin eleştirisi yakaladım galiba.
Filmdeki ya da Şerif Mardin'in deyimi ile "mahalle"deki hikayenin başında sadece İdris öğretmenin umursadığı ve derinleştirmeye çalıştığı bir alan olarak görünüyor.
İdris öğretmene, kuyunun derinleşmesi konusunda babası Recep dededen de, oğlu öğretmen adayı Sinan'dan da ciddi bir destek yok. Hatta, dede ve torun bir olup baba ve oğlu bu konuda eleştiriyorlar ama zaten İdris öğretmen de mutlak bir inançla çalışmıyor kuyunun başında.
İdris öğretmen kuyuyu derinleştirmekten hiç vaz geçmiyor ama hedefine ulaşacak güçte olmadığı da aşikar biçimde görülüyor. "Mahalle" kuyu sorunsalının yanı sıra bir de 3 imam sorunsalı var.
İlk İmam örneği olan imam Veysel; dine yaklaşımı "teslimiyet" üzerine kurulu, sorgulamayı reddeden, imanı esas alıp içtihat kapısını kapatan, zaman zaman kendisinin yerine ezan okuyan "mahalle"nin eski imamı Ramazan Dede'ye bırakan, Ramazan Dede için "benim çırağım" diyen; ezanı, camiyi, cemaati bırakıp birtakım resmi ve siyasi düğün davetlerine giden bir profil.
Diğeri profil ise İmam Nazmi… Mahalleye yeni atanan sorgulayıcı, açıklayıcı, şerhçi, içtihat kapısını aralamaya çalışan, siyerden kelama, kelamdan ayete, Gazali'den Nietzsche'ye köprüler kurmaya açık ama çok da iddialı olmayan, düşüncelerini sonuna kadar savunabilecekmiş gibi durmayan bir başka unsur olarak ortaya çıkıyor.
Mahallede görülen son imam ise Ramazan Dede! Mahalle'nin eskisi, gelenekseli. Ayakta zor duruyor. Karısının yardımı olmadan üstünü giyip kemerini bile bağlayamıyor. Ramazan Dede o kadar kötü durumdaki karısı Hayriye Nine, sürekli Ramazan Dede ile ilgili endişe ediyor. Mahallenin kadrolu imamı camiyi bırakıp gittiğinde ezanı okumak hep Ramazan Dede'ye düşüyor ve Ramazan Dede üşenmeden, erinmeden, yüksünmeden binbir zahmetle camiye gidiyor, ezanı, devletin kadrolu ve genç imamının yerine şevk ile okuyor.
Ramazan Dede durumdan hiç şikâyet etmiyor. Hatta ezan okumaktan dolayı mutlu olduğu da görülüyor ama Ramazan Dede'nin eşi Hayriye Nine'nin dilinde hep bir korku var "ya Ramazan Dede ezanı okurken birden tutulur kalırsa... Ezanın yarısına geldiğinde ne okuyacağını unutursa..." Mahallenin Hayriye Ninesi bu hayırsız ihtimalin vebalinden ve uyaracağı izlenimden çok korkuyor ama neyse ki mahalleye baktığımız süre boyunca Hayriye Nine'yi korkutan şeyin gerçekleştiğini hiç görmüyoruz.
Mahallenin Sinan’ına bakmak istediğimizde ise ortada zor toparlanacak bir karakter var gibi görünüyor.
Babasını kahramanlaştıramayan, annesini seven ama saygı duymayan -kitabını okumadığını öğrendiğinde, kitabı imzalayarak verdiği annesine dair bir saygı yitimi yaşadığını düşünüyorum- kız kardeşi ile kopuk. Dedeleri ile ninesi ile laubali. Arkadaşları ile kavgalı. Din adamları ile tartışmalı. İdolleri ile çatışmalı. Eğitimi ile uyumsuz. Mahallesinde huzursuz. Kurumsal olarak desteksiz. Gitmek istediği yer ile ilgili kararsız. Karşı cins ile ilişkisi çarpık. Hayvanlara karşı merhametsiz. Çevresine karşı duyarsız. Gelişen küçük olaylara karşı ön yargılı. Karar verirken adaletsiz. Mesleksiz, desteksiz, yersiz, keyifsiz ve Şerif Mardin'in deyimi ile Sinan, görevli olduğu caminin ezanının yaşlı bir dedeye okutan imama yenik bir öğretmenin, cemaat yurtlarında kalarak büyüyen oğlu.
Tüm bu tespitler ışığında baktığımızda film boyunca Sinan hızla "yersiz yurtsuz" bir birey olarak orta yerde duruyor.
Ortaya çıkan kişilik yapısı hayli tanıdık. Karanlık ve ürkütücü gibi görünürken Sinan'a el veren, kitabını okuyan, Sinan'ın edebi çalışmasına değer veren tek kişi olarak mahallenin kör kuyusunun başında inatla nöbet tutan İdris Öğretmen duruma el koyuyor.
Sinan'ın, film boyunca uzak durduğu, çatışma merkezli bir ilişki kurduğu, mahalledeki en sorunlu inananı olarak gördüğü babasının kitabına duyduğu ilgi ile karşılaştığı anlar Sinan'ın bir kaç yaş birden büyüdüğü değerli anlar gibi görünüyor. Sinan'ın bundan sonra yaşayacakları için de bir umut temeli oluyor.
İdris öğretmen ise kuyunun başında, evladının yenildiği düşüncesi ile rüyada iken rüyasından uyandığında Sinan'ın ismi ile müsemma bir inşaya giriştiğini görüyor ve "evet, ben bir öğretmen olarak ‘kâinat imamı’na yenildim ama oğlum ‘namuslu genç elleri ile’ bıraktığım yerden mücadeleye devam ediyor" diyor.
Bana da öyle geliyor ki bu durumda Şerif Mardin Nuri Bilge Ceylan'a yenilmiş oluyor.