Aristark (M.Ö 160-88), İskenderiyeli bir kütüphaneci. Homeros’un Odise ve İlyada’sını derlemiş.
Zoil, bir münekkid; yani “eleştirmen.
Cemil Meriç bir yazısında “İlk kitap yazıldı. Kitabın karşısına 2 kişi dikildi: Kütüphaneci (Aristark) ve münekkid (Zoil). Kütüphaneci (Aristark), kitabı okuyucudan gizledi; münekkid (Zoil) kötüledi” der.
Ben de bunca yıllık hayatımda 4 olumsuz kütüphaneci ile; yani kitabı okuyucudan gizleyen 4 Aristark’la karşılaştım.
İlk çocukluğumda, Turgutlu’da
Tanıdığım ilk kütüphaneci tembel bir hanımdı. Turgutlu Çocuk Kütüphanesi’nde çalışırdı. Yok... Çalışmaz, örgüsünü örerdi. Kütüphaneyi doğru dürüst açmazdı. Çoğu gidişlerimde kütüphane kapalı olurdu. O çocuk yaşlarımda, çocukluğumun Aristark’ının tembelliği, kitap sevdamı öldüremedi. O hanım kayıplara karıştı ama ben hâlâ kitaplarla iç-içeyim.
Fırat Üniversitesi’nde
İkinci “olumsuz kütüphaneci” ile karşılaşmam, üniversitede akademisyen olduğum yıllardadır.
1986-87 falandı. O yıllarda Fırat Üniversitesi (Elazığ)’nde çalışıyorum. Bir ara yöredeki eski yazılı el yazması ve matbu eserleri üniversite kütüphanesine kazandırmak istedik. Kültür sevdalısı bir kimyacı olan Rektör Prof. Dr. Arif Çağlar, hiç tereddütsüz, “Olur!...” dedi ve biz Elazığ civarında, Süleyman Yurten amca vasıtasıyla temin edebildiğimiz el yazması ve matbu kitapları satın alıp kütüphanede okuyucu hizmetine sunmaya başladık.
O yıllarda Fırat Üniversitesindeki Kütüphane Daire Başkanı hanım, eski yazılı kitaplara tiksinerek bakardı. Eski yazılı matbu veya el yazması kitap almaya kalktığımızda, “Bunlar benim için hiç bir şey ifade etmez.” diyordu. Ben de “Sizin için bir şey ifade etmeyen bu kitapların bu millet için büyük, çok büyük, hatta sizin havsalanızın alamayacağı kadar büyük önemi var.” demiştim.
Millet Kütüphanesi’nde
Galiba 1990 yılıydı.
Âşık Çelebi’nin Meşâ’irü’ş-Şu’arâ adlı tezkiresinin minyatürlü nüshasını görmek ve üzerinde çalışma yapmak üzere taa Elazığ’dan kalkıp İstanbul’a, Millet Kütüphanesi’ne gitmiştim. Daha önce bir kaç defa gidip Riyâzî tezkiresinin bir nüshasının bulunduğu kütüphaneye vardım. Âşık Çelebi tezkiresinin kütüphane numarasını ilgiliye verip yazma nüshayı istedim. Yetkili kişi talep fişimi görünce, kaba bir şekilde, “Bu yazmayı sana veremem. Falanca dergide bu tezkire hakkında ben bir yazı yazdım; ondan bak!...” dedi. Ben de, “Zaten o dergideki yazıyı okuyunca haberdar oldum bu yazmadan. O yazıda verilen malumatın dışında yazmayı tam olarak görmek istiyorum. Ben yazma nüshayı görmek için geldim.” dedim.
Elbette yalvarmadım ama ne dediysem yetkili kişi nüshayı bana vermedi. O yetkili kişi Mehmet Serhan Tayşi idi. O emekli oluncaya kadar bir daha Millet Kütüphanesine adımımı atmadım. Tayşi’yi hâlâ affetmedim; hakkımı da helal etmiyorum.
Dördüncü Aristark’ımı haftaya yazalım. Onun hikâyesi biraz uzu