Artık mevsim bahar...
Her yer yemyeşil ve ağaçlar, çiçekler rengârenk...
Bâkî’nin dediği gibi önce sümbüller müjdelemişti baharı:
Yine gömgök tere batmış çıkageldi çemene
Nev-bahar irdi diyü virdi haberler sümbül
Şimdi sümbül zamanı geçmek üzere; zaman, lâle zamanı.
Lâle Osmanlı’nın alâmet-i farikalarından biriydi. Hollandalılar bizden öğrenmişti lâleyi. Bilim dünyasındaki adı “tulipa” idi ve bu adla anılmasının da bir hikâyesi vardı:
Avrupalı biri, bir gün bir tarlanın yanından geçerken, tarlada çalışan bir adam görür ve yanına gider. Avrupalı’nın dikkatini, tarlada çalışan adamın kulağına taktığı çiçek dikkat çeker ve işaret diliyle bunun ne olduğunu sorar. Tarlada çalışan adam, başındaki sarığı sorduğunu zannederek “Tülbend” der. (O zamanlar, erkeklerin başına sardıkları sarığa “tülbend” denirmiş)
Bu Avrupalı, lâle soğanlarını alıp memleketine götürür ve adını “tülbend”den bozma “tulipa” koyar.
***
Bizde lâle adıyla bilinen bir kaç çiçek vardır.
Son yıllarda, başta İstanbul olmak üzere, pek çok şehirde, “tulipa” cinsi lâleler dikilmeye başlandı. Artık pek çok şehrimiz “Lâle Devri”ni yaşıyor.
Bilimsel adı “anemone” olan ve “Manisa lâlesi” diye bilinen bir lâle daha vardır. Çocukluğumuzun “kır lâlesi” veya “yoğurt çiçeği”dir bu lâle. Kır lâlesi, “tulipa” gibi soğan köklü değil, saçak köklü bir lâledir. Kırmızı, pembe, mor, pembe-beyaz ebruli renklerde açan bu lâle, uygun yerlerde, Aralık ortasında açmaya başlar, Nisan başına kadar devam eder açması.
Bir de gelincik türü lâle vardır. Hemen hemen her yerde açan, tülümsü kırmızı çiçek açan bu lâle de saçak köklüdür.
***
Benim “Servet”im olan lâle, “tulipa” cinsi lâlenin tabii formudur.
Bu tür lâlede, köyümüzün etrafında 2 yerde vardı. Çocukluğumuzda arkadaşlarla gider, toplardık. Aynı lâleyi, 2000’lerin başında, sarnıç ve mezar taşı peşinde dağ-bayır dolaşırken Muğla’da tekrar buldum. 40’lı yaşlardaydım ve çocuklar gibi sevinmiştim çocukluğumun lalesiyle yıllaaar sonra karşılaşınca. Her Nisan’da lâlelerin bol olduğu yerlere kırdım direksiyonu. Kimi zaman tek başıma, kimi zaman da dostlarla...
2008 Nisan ayının sonlarıydı. Servet Somuncuoğlu’nu; Türkler’in kaya üzerine çizdikleri resimleri gün ışığına kavuşturmasıyla bilinen Servet Somuncuoğlu’nu konferans için Muğla’ya davet etmiştik. O yıl, hazırladığı belgesel ve kitap yayınlanmıştı. Gördüklerini, öğrencilere bizzat kendisinin anlatmasını istiyorduk.
Sevgili Servet geldi...
Konferansını verdi...
Sonra kır gezisine çıktık Servet’le ve dostlarla...
İlk durağımız, lâlelerin olduğu yerdi. Sürülmemiş bir tarla lâlelerle dopdoluydu. Sevgili Servet, çocuklar gibi heyecanlıydı. Lâlelerin fotoğraflarını çekti, çekti,çekti... Yakın çekim çekti, uzak çekim çekti... Tepeden tırnağa heyecan kesildiği anlaşılıyordu...
“Konferansı boş ver hocam!... Sırf bunlar için gelmeme değdi!...” dedi.
***
Sonraki yııllarda lâlelerin olduğu yere her gidişimde, hep Servet’i hatırladım. Ona uzaktan lâleli selamlar gönderdim.
Bu sene oraya gidişimde, sevgili Servet’e lâleli Fatihalar gönderdim.
Bu yüzden, bundan sonra o lâleler benim için her zaman “Servet” olacak.
Nurlar ve lâleler içinde yat sevgili Servet!...